“Zemini bozmadan travmalara dokunmak zorundayız”

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, Habertürk Tv’de canlı yayına katıldı. 27 Mayıs Darbesi ile ilgili meclis araştırması üzerine değerlendirmeler yapan Soylu, ihtilalin bütün medeniyetimize ve birliğimize kastedilen bir anlayışın ürünü olduğunu ifade etti. 

27 Mayıs Darbesi ile ilgili meclis araştırması konusunda değerlendirmeleri sorulan Süleyman Soylu, konuşmasına darbenin genel bir değerlendirmesini yaparak başladı. Soylu;

“27 Mayıs darbesi,  1730’da Patrona Halil’in neredeyse bütün Osmanlı medeniyetinin bütün şaheserlerini yakıp yıkma, ortadan kaldırma girişiminin bir benzeriydi. Biraz önce bize bağlanmadan önce, haberlerde dinlediğimiz ve yaklaşık 500’ün üzerindeki hakim ve daha sonraki Yargıtay mensuplarının da tasfiye edilmesi; sadece onlarla bağlı değil o gün üniversiteye mensup olan insanların büyük bir bölümü tasfiye edildi. Hepimizin bildiği gibi 235 general ve 5000 subay tasfiye edildi. Ve Türkiye’de neredeyse bir cadı avı yaşandı. Yani milletin kendi iradesini hakim kılmak isteyen veya o gün Demokrat Parti ile ilgili olan herkes ciddi bir şekilde tasfiyeye uğradı. Yani cumhuriyetin en temel  değeri olan “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” değerinin bir şekilde tarumar edildiği, milletin bütün medeniyetinin, bütün birliğinin, Patrona Halil ve Kabakçı Mustafa hadiselerinde olduğu gibi bütün birliğimize kastedilen bir anlayışın ta kendisiydi.” şeklinde konuştu.

HASAN POLATKAN’A SAVUNMA HAKKI TANINMADI

27 Mayıs ile ilgili olarak Meclis araştırması yapılmasından da memnuniyet duyduğunu ve bunu önemsediğini ifade eden Süleyman Soylu, sözlerine şöyle devam etti:

“Şükürler olsun Türkiye, onyıllarca sonra, daha 1961’den tam 1980 darbesinin sonuna kadar bayram olarak kutlanan 27 Mayıs’ı; bugün “acaba bu 27 Mayıs neden yapılmıştır ve rahmetli Adnan Menderes’in kusuru neydi  de asılmıştır, Fatin Rüştü Zorlu’nun kusuru neydi de asılmıştır, Ereğli Demir Çelik Fabrikası’nı yapmak, Kıbrıs’ı Türkiye’ye kazandırmak veya Türkiye’nın dışarıdaki itibarını, Avrupa Birliği’ne yönelik adımlarını atmak mıdır” diye sorgulayabildiği bir noktaya gelebilmiştir. Bütün bunların konuşulduğu, bütün bunların tartışıldığı bir demokratikleşme  ortamının içerisindeyiz. Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu, Türkiye’de çok önemli bir anlayışa imza atmıştır. Hem 1960 Darbesi ile  ilgili hem 1971 Muhtırası ile ilgili, hem 1980 hem de 28 Şubat ile ilgili, belki bugüne kadar konuşmadığımız, konuşamayacağımız, belki altını çizmekte zorlandığımız, milletimizin “acaba bu işler konuşulmayacak mı” diye bekledikleri bu meselelerle ilgili bana göre çok önemli bir açılıma imza atmıştır. Sadece şunu söyleyebilirim: En temel meselelerden bir tanesi, insanın  kendisini savunma hakkıdır. Hasan Polatkan’a darbeden sonra Yassıada Mahkemeleri’nde savunma hakkı dahi tanınmamıştır. Çünkü Salim Başol “sizi buraya tıkan kuvvet, bizim böyle yapmamızı istiyor” diyerek kendilerine daha mahkeme başlamadan önce, gerekli neticeleri söylemiştir.

Türkiye’de daha önce yaşanan siyasi idamlarla ilgili benzer talepler gelmesi halinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tavrının ne olacağının sorulması üzerine sayın Soylu;

ZEMİNİ BOZMADAN TRAVMALARA DOKUNMAK ZORUNDAYIZ

“Türkiye, özellikle 21.yüzyılın başından itibaren iki temel politika ortaya koymaktadır. Bunlardan bir tanesi yenileşmedir. Yani Türkiye kendi bütün kurumlarıyla, zihniyetiyle, anlayışıyla birlikte bir yenileşme ortaya koymaktadır. Bir de etki alanını genişletme politikası. Yani bütün dünyaya artık “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” mantığından etrafımızda ve coğrafyamızda yüzlerce, binlerce yıldır ilişki içinde olduğumuz her türlü milletle beraber olabilmek, ticaret yapabilmek, ekonomik sosyal ve siyasel ve kültürel ilişkiyi gerçekleştirmek üzere bir Türkiye ortadadır. Fakat bunu gerçekleştirmek için de birtakım değerlendirmeler yapmak durumundayız.Bir de şöyle birşeyle karşı karşıyayız. Eğer yeni bir Türkiye inşa ve imar etmek istiyorsak ve bunu yeni bir zihniyetle de yapmak  istiyorsak, bu ülkenin geçmişteki bütün travmalarına dokunmak zorundayız. Ve bunlarla da mümkün olduğu ölçüler içerisinde, zemini çok bozmadan, birbirimize yeni yaralar vermeden ve Türkiye’nin geleceğine ait bir maliyet oluşturmadan, yani kelimenin tam anlamıyla “zemini çok fazla bozmadan” o geçmiş tahribatı da tamir etmek zorundayız. Ve Ak Parti, on yıldan beri bu geçmiş tahribatı tamir etmeye çalışan bir siyasi partidir. Bunda biraz önce bahsettiğiniz Dersim konusunun ki sayın Başbakanımız bunu defalarca bir başbakan olarak ilk kez Türkiye’de devletin bugüne kadar sürdürdüğü resmi politikaların dışında “hayır Dersim’de devlet, oradaki kendi milletine yanlış yapmıştır”’ın altını çizerek bir şekilde ortaya koymuştur. Sadece o değil, İskilipli Atıf’ı nereye koyacaksınız, Hrant Dink meselesini nereye koyacaksınız, Danıştay saldırısını nereye koyacaksınız, Çorum olaylarını, Kahramanmaraş olaylarını nereye koyacaksınız veya 1970-1980 olaylarını nereye koyacaksınız veya Türkiye’de Şeyh Sait’ten sonraki meseleleri nereye koyacaksınız.” değerlendirmelerinde bulundu.

“-Sayın Soylu, “atılan adımlar var ama    talepler olursa yaklaşımımız aynı olur” mu diyorsunuz?” şeklindeki bir soruya ise;

“Başka türlü nasıl yaklaşılabilir ki? Yani eğer siz geçmişteki bir tahribatı tamir etmek istiyorsanız, ilkönce onu analiz etmeniz gerekir. Yani bu tahribat niye oluştu ve burada o gün millet nasıl durdu, devlet, yöneticiler nasıl durdu? Bunun ortaya çıkarılması gerekir. Burada bir suçlu aramaktan çok tahrip edilen zihinlerin tamir edilmesi esastır.Burada geçmişe ait suçlu bulmaktan ziyade, geçmişi karalamaktan ziyade, geçmişi mahkum etmekten ziyade, aslında geçmişte mağdur olanların niçin mağdur olduklarını ortaya koymak gerekir, doğrusu da budur.

TÜRKİYE GELECEĞİ PLANLIYOR

“Türkiye’nin geleceğe bakmasında bir problemi yok. Yani Türkiye bugün hem 2023’ü,  hem 2071’i hem 2200’ü planlamaya yönelik ilk kez büyük planlar yapan bir ülke konumuna geldi. Ama bunu gerçekleştirebilmek için kendi içimizde, bir tevhidi, birliği sağlamak durumundayız. Bugün, memleketimizin Demokratik Açılım dahil, birçok meselelerinde, birçok problemlerinde bu birlikteliğe ihtiyacımız var.  Çünkü etrafımızdaki coğrafyaya baktığımızda, yakın coğrafyaya baktığımızda da bizim Türkiye olarak en temel ihtiyaçlarımızdan bir tanesi, yumuşak gücümüzü, yani içimizdeki bütün birikimi, bütün tecrübeyi, bütün anlayışı ve bütün geleceği etrafımızdaki ülkelerle paylaşabilmek için kendi içimizdeki birlikteliği oluşturmak lazım. Ama şunu çok açık yüreklilikle söyleyeyim toplumun bir bölümünün kendi adına bir yarası varken ve o yaraya ait çok net yazılı kurallar hala devam ediyorken o yazılı kurallar üzerinden geleceği nasıl tahkim edeceğiz? Geleceği nasıl bir şekilde oluşturacağız? Türkiye’de hala 1982 anayasası var. Elbette ki dünün çok fazla karıştırılması, sadece düne ait bir kusurlu, suçlu bulunması açısından değil. Rahmetli Menderes’in Kızılay Meydanı’nda toplanan öğrencileri bir şekilde taratacağı, öldürteceği söyleniyor idi. Veya et kıyma makinelerinde öğrencilerin kıyıldığı ve öğrencilerin orada kıyma haline getirildiği bu ülkede bu konuştuğumuz yayın organlarının hepsinde ciddi ciddi insanlar tarafından, hem de adları sanları çok önemli olarak nitelendirilen insanlar tarafından söyleniyordu. Ne yapalım, tarihe ait dün yapılan bu yanlışları, tarihin doğru yazılması adına bugün tespit etmeyelim mi?

Başbakan Yardımcısı sayın Bülent Arınç’ın, empati kavramı çerçevesinde yapmış olduğu değerlendirmelere ilişkin bir soru üzerine Süleyman Soylu;

“Öncelikle şunu söyleyeyim. İnsanın kendi özünü anlayabilmesi için  ve insanın kendisini tanıyabilmesi için ötekisini hissetmesi gerekir. Yani ötekisinin yaşadıklarını, ötekisinin arzularını, hayallerini, ötekisinin yarına ait bakışını hissetmesi gerekir. Elbette ki bu en önemli meselelerden bir tanesidir. Ve acıları da hissetmek, acılarla ilgili değerlendirmeleri de hissetmek çok doğrudur. Ama burada mesele tek taraflı olmamalıdır. Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları hep beraber bugün hissetmek ve orada yapılan haksız uygulamaları, yanlışları, oradan ortaya çıkan travmaları, oradan toplumumuzu bölmeye çalışılan o mühendis aklı reddetmeye çalışmalıyız. Tam doğru fakat bir taraftan da bugün Anadolu’nun her noktasına giden şehitlerimizin evindeki acıyı da hissetmeliyiz. Bu acılar, bu empati tek taraflı kurulmamalıdır. Bu empati, iki taraflı, üç taraflı, dört taraflı kurulmalıdır. Bir taraf Türkiye’de sıkıntı çekiyor değil. Daha düne kadar başörtüsüyle üniversiteye gidemeyen insanları düşünün. Sadece başka bir mezhebe ait, başka bir mezhebin düşüncesi içinde diye ötekileştirilen insanları düşünün. Alevisinden sünnisine kadar hangi noktada olursa olsun, tek taraflı olmayan, çok taraflı olan, ihtilaflar üzerinde bugüne kadar yönetilmeye çalışılan bir Türkiye var. Yaklaşık on yıldan beri bütün bunların önünün açılması  ki sayın Başbakan Yardımcısınında belirttiği o, sayın Başbakanın da belirttiği o. Ve bugün Türkiye’de demokrasi isteyen bütün insanların temel olarak ortaya attığı mesele bu. Ama şunu anlamak lazım, biraz önce sayın Kışanak’ı dinledim, bir değerlendirme ortaya koyuyor, sayın Arınç’ın değerlendirmesi üzerine. Ama sadece Türkiye’de sıkıntı çeken toplum,sadece sıkıntı çeken kesim veya sadece mağduriyete uğrayan kesim Diyarbakır Cezaevi’nde olanlar değil. Elbette ki önemsiyoruz ama ne zaman ki Gülten Kışanak , şehit ailesi ile ilgili bir değerlendirmeyi şu yüreğinden geçerek ortaya koyarsa, aynen sayın Arınç’ın o empatiyi kurmaya çalıştığı gibi, o zaman doğru bir zeminde bunu tartışabilme şansına sahip olabiliriz. İlla ki siyahla beyaz arasındaki bir mücadeleye girmek zorunda değiliz. Arada beraber yaşayabileceğimiz ve beraber Türkiye’yi daha iyi bir noktaya getirebileceğimiz, birbirimizi anlayabileceğimiz, 3,5 milyon insanın evli olduğu bir Türk ve Kürt aile bütünlüğü içerisinden başka bir kavgayı çıkarmak ve sadece kırmızı –mavi gibi ringlerin köşelerinden Türkiye’yi tanımlamanın çok doğru olabileceği düşüncesinde değilim.” şeklinde konuştu.