Süleyman Soylu: Recep Tayyip Erdoğan gibi liderler 100 yılda bir gelir

İçişleri eski Bakanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili Süleyman Soylu’nun 27 Nisan 2023 tarihinde Yassıada da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu ortaklığında gerçekleştirilen “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde iki 14 Mayıs” panelinde yaptığı konuşma:

“Yassıada’ya yani buraya ilk gelişimde gördüğüm manzarayı hatırlıyo- rum. Etraf kırık döküktü, yerlerde çerçöpler, duvarların her birinde küfler, dökülmüş boyalar ve sanki burada yaşananları anlatır gibi bü- yük bir terk edilmişlik vardı. Biz bu salonda ve bu adada demokrasi- nin, millet iradesinin terk edilmişliğine şahit olmuştuk. Sonra da bu salonu ve bu adanın nasıl terk edildiğini görmüştük. Bu salonda ve bu adada millet vicdanının nasıl örselendiğini tekrar hatırlamayalım diye, maalesef burasının terk edilmişliğine hep beraber şahit olmuş- tuk. Yıllar sonra adaya çıkış izni alabildiğimizde, ilk kez geldiğimizde gördüğümüz manzara tam anlamıyla buydu. Hapishanelerin olduğu yere gittik. Paslı demir parmaklıkları, oranın virane hâlini gördük. Orada yaşanmışlıkları, demokrasiye ve millet iradesine, millete yapı- lan hakaretleri hayal ettik. Yapanların hakikaten her birine içimizden çok şeyler söyledik. Millet de çok şeyler söyledi.

13-14 yaşlarındaydım. Çocukların bazen boş durmama gibi usulleri, işleri vardır. Babamdan izin aldım bir bayramda kartpostal satmak için Sirkeci’ye gittim. Sirkeci’de bugünkü gördüğünüz, bildiğiniz yer- lerde, o dönem meşhur olan ve birbiriyle bayramlaşmanın en temel araçlarından birisi olan kartpostal satan yerlerden kartpostal aldık.

Bu ülke Menderes’i yetiştirmişti. Onu bu ülkeye hizmet etmekten alıkoymuşlardı. Şimdi bu ülke bir Recep Tayyip Erdoğan yetiştirdi. Dünyada bu tip liderler 100 yılda bir gelir’

Birçok kartpostal aldık. Aralarında rahmetli Menderes’in kartpostalı da vardı. Çocuktum o dönemler, söylediğim yıllar zannediyorum,

1985-86 yılları, o dönemler darbe sonrası da olduğu için bu meselelerin çok rahat konuşulabildiği, çok rahat ifade edilebildiği dönemler değildi. Zaten 1960 darbesinden sonra sadece biz bu ülkenin bu ülkeye hizmet eden evlatlarını yitirmedik veya hapishanelerde ha-

yatlarını zindanlarda geçirmesine bir şekilde şahit olmadık. Başka bir şeye de şahit olduk. Onlarla ilgili konuşulmasının da yasaklandığı dönemleri yaşadık. 1960 darbesinden sonra “Ben Demokrat Parti’nin devamıyım” diyemeyecek kadar, “Gözlerime bakın her şeyi anlarsınız” gibi ifadeleri milletin birbirine şifreyle söylediği bir anlayışı da bu millet yaşadı. Geldik, komşumuza yaptırdığımız kartpostal tezgâhının üzerine kartpostalları koyduk. Evet, Demokrat Partiden gelen bir aileden geliyorum, buradaki belki de herkesin olduğu gibi bir aile- de yetişmiş bir çocuğum ben de. O zaman iki ana aks vardı. Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi. Celal Bayar, Menderes, Zorlu, Polat- kan, İleri. Hep ailelerimizle konuşulurdu ama ailede konuşmak baş- ka, meseleyi üçüncü şahıslarda yaşamak başkadır. Kartpostal tezgâ- hını Gaziosmanpaşa Meydanı’ndaki İETT otobüs durağının arkasına dayadım. Bir taraftan zabıtalar geliyor, rahatsız ediyor ama bir taraf- tan da yaşı o zamanlar 50, 55, 60 civarında olan büyüklerimiz, Adnan Menderes’in resmini orada gördüğü zaman “Biz sana sahip çıkama- dık.” diye gözyaşlarına boğulurlardı. Bu sevgiyi kitaplarda anlamak zordur. Bu sevgiyi tarih yazıtlarından anlamak, tarih yazımlarından anlamak zordur.

Belki bu iç burukluğunu, belki ülkenin hizmet ada- mına sahip çıkmamayı anlamak zordur. Çok gözyaşı gördüm. Hani bazen fotoğraflar vardır ya, Recep Tayyip Erdoğan’ın asılan afişini seven kadınlar, anneler, aynen öyle. Rahmetli Menderes’i de kendi evladı gibi fotoğrafında okşayan insanlar gördüm.

Sonra o tarih bizi 15 Temmuz’a getirdi. Hayatın içerisinde hiçbir şeyin kaybolmadığını söylemek isterim. Benim inancım budur. Oradaki o sahiplenmeme duygusu, belki onu yalnız bırakma duygusu, kendisi- ne ve milletin adamına sahip çıkamama duygusu, 15 Temmuz’da ay yıldızlı bayraklarla genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle, köylüsüy- le, şehirlisiyle milletin adamı Recep Tayyip Erdoğan’a sahip çıkmayı beraberinde getirmiştir. 15 Temmuz’un belki de en önemli itici güçle- rinden bir tanesi idam edilen rahmetli Menderes’e sahip çıkmamayı bu millet kendine on yıllar boyunca dert etmiştir. Bir adamını kaybet- miştir. Bir adamını daha kaybetmek istememektedir. Şimdi burada- yız. Bu mekânda “İki 14 Mayıs”ı konuşuyoruz ve buraya gelmek için hava şartlarının ne kadar zor olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu salon- daki bütün hocalarımız, bu salondaki bütün sivil toplum kuruluşları, kamuda çalışanları, kamuda hizmet eden bütün dostlar, bu salonda- ki bütün hanımefendiler, bütün gençler, sizler sadece bu salona veya hepimiz sadece bu salona “İki 14 Mayıs”ı kıyas etmek için gelmedik. Biz bu salona başka bir şeyi yapmak için geldik: Tarihin hakikatinin altına hep beraber tekrar bir imzayı atmak için ve Allah şahittir, tara- fımızı belli etmek için geldik. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

Öncelikle bugün, önceki Türkiye’de değiliz. Önceki Türkiye’yi söy- lerken de herkesi zemmediyor, herkesi ötekileştiriyor değiliz.

Önceki Türkiye’nin cesametinin belli olduğunu hepimiz biliyoruz; yapacaklarının, yapamayacaklarının, teslim olacak alanların, sınırları aşabilecek alanların olduğunu hepimiz biliyoruz. O günkü Türkiye öyleydi ama bugünkü Türkiye’de Allah şahittir ki bu Türkiye’de, Kıymetli Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın hepimizin zihin kodla rını, hepimizin zihniyet devrimini ve bu milletin geçmişiyle geleceğini kıyas edebilmeyi gerçekleştirebilecek adımları sayesinde bu millet bütünleşmiştir. Orta Asya steplerindeki tarihî mirasına sahip çıkan bir Türkiye var bugün. Balkanlar’daki tarihî mirasına sahip çıkan bir Türkiye var bugün. Ecdadının Afrika’da yaptıklarına sahip çıkan bir Türkiye var bugün. Ama sadece ona değil aynı zamanda geçmiş siya- sette ötekileştirilmiş bütün alanlara sahip çıkan bir Türkiye var bugün. Aması olmadan, lakini olmadan, fakatı olmadan ve kimseyi ötekileştirmeden sahip çıkan bir Türkiye var bugün ve bunu hep beraber yaşıyoruz ve hep beraber kucaklıyoruz. Türkiye 1946’da bir seçim yaşamıştır, “dörtlü takrir”den sonra yaşadığı seçim sopalı seçimdir. Türkiye’nin her tarafında Demokrat Partiyi destekleyenler sıra daya- ğından geçirilmiştir seçim öncesi, seçim sonrası ve bunu hep beraber geçmiş dönemde okuduklarımızla, yazdıklarımızla, anlatılanlarla bi- liyoruz. Bugün burada bu salon ve bu mekân, Yassıada mekânı, as- lında sadece modern bir hâle getirilmiş değil, bundan sonra geleceğe bu ülkenin temel hak ve hürriyetlerine yıllar sonra sahip çıkıldığını da gelecek nesillere ileten bir işaret, bir ölçü olarak verilmiştir. Ve- sayetten kopmamak lazım geldiğini ortaya koymuştur. Bugün biz o darbenin Amerika tarafından yapıldığını bal gibi biliyoruz. Biz 1971 Muhtırası’nın da Amerika tarafından verildiğini, verdirildiğini bal gibi biliyoruz. Biz 80’i, geçen süreçler içerisinde Amerika’nın ve etkisi altında olan bütün istihbarat yapılarının Türkiye’yi nasıl karmaşık hâle getirmek istediklerini bal gibi biliyoruz. 28 Şubat’ta bu ülkenin yeni bir kabusla uyanmasının Amerika tarafından istendiğini hep beraber biliyoruz. Biz 27 Nisan e-muhtırasında o anlayışın o e-muhtırayı yazanlar tarafından bir cesaret ortaya konulamayacağını da biliyoruz. Aynı zamanda Gezi olaylarının Türkiye’de yayınlanmadan önce Amerikan televizyonlarında ve Avrupa televizyonlarında yayın- landığını da biliyoruz. Biz 17-25 Aralık’ta aynı zamanda bir istihbarat örgütü de olan FETÖ’nün, Amerika’nın bir maşası olarak Amerika ta- rafından alçakça nasıl kullanıldığını da biliyoruz. Biz 15 Temmuz’da Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın, sonraki Cumhurbaşkanı’nın ay nen Adnan Menderes gibi bir suikastle kurban edilmesi için her türlü planın her türlü programın her türlü altyapının yine Amerika tarafından yapıldığını biliyoruz. Size bir şey ifade etmek istiyorum; yakın si- yasi tarihi burada ifade etmekten hocalarım varken edep ederim ama 1960 darbesi, 1980 sonrası İngiliz gizli belgelerinde yazıldığı, Ame- rika tarafından yapıldığı için. 15 Temmuz yapıldığında aklımdaki ilk şey, Amerika tarafından gerçekleştirilen bu darbenin açıklanmasıydı. Çünkü bizim nesillerin 20 yıl sonra, 30 yıl sonra “böyleymiş” diye bir tabloyla karşılaşmasını istemedik. O gün 16 Temmuz günü bunun Amerika tarafından yapıldığını ve arkasında bal gibi Amerika’nın olduğunu ifade etmeyi, bu ülkenin bir evladı olarak, yıllarca darbelerden çekmiş, her darbenin Türkiye’yi 20 yıl, 30 yıl geriye götürdüğüne şahit olan, her darbenin ardından annelerin evlatlarına “sakın siyasetin içerisine girmeyin” diye tembihatta bulunduğunu bilen bir insan olarak bir vatan vazifesi, bir ülke vazifesi, bir demokrasi vazifesi olduğunu bildiğimiz için o gün söyledik.

Gerisi ne olursa olsun, iki defa istenmeyen adam ilan edilsin, ne hâli ortaya koyulursa koyul- sun, aklımızda bir tek şey vardı: Bu ülke Menderes’i yetiştirmişti. Onu bu ülkeye hizmet etmekten alıkoymuşlardı. Şimdi bu ülke bir Recep Tayyip Erdoğan yetiştirdi. Dünyada bu tip liderler 100 yılda bir gelir. Eğer biz tüm bu süreçleri gerçeklerle buluşturamazsak, eğer bunların hepsini masanın altından sürersek, “şimdi zamanı değil” dersek, risk almazsak bedeli ne olursa olsun bu maliyetlerle karşılaştırmazsak, bu maliyetlerle karşılaşmayı göze almaz isek yapılacak şey açık ve net- tir. Amerika acımasızdır, Avrupa acımasızdır. Onların insanlıkla ilgili herhangi bir dertleri söz konusu değildir. Onların yetişmiş insanlarla ilgili herhangi bir dertleri söz konusu değildir. Tekrar üzerine gelecekler, tekrar aynı şeyi yapacaklardı; bu millet masada o korkudan hiçbir hareket yapabilme kabiliyetleri olmayan FETÖ’cüleri mağlup etme- miştir, ay yıldızlı bayraklarıyla onların helikopterlerini, onların bom- ba atan F16 uçaklarını mağlup etmemiştir; bu millet 15 Temmuz’da, 27 Mayıs 1960’ta karşı karşıya kaldığı o darbenin hıncı ile Amerika’yı mağlup etmiştir. Bu kadar açık ve nettir. Eğer bugün iki 14 Mayıs”ı konuşuyorsak, birinci 14 Mayıs’ı bitiren dış güçlerin yanında iç güçlerin de olduğunu; ikinci 14 Mayıs’ta da yine aynı karakterin varlığını yani dış güçlerin yanındaki demokrasiyi içine sindirememiş, o iç güçlerin varlığını, işbirlikçiliğini, millete ihanetini, 70 yıl sonra bile bize nasıl ilk 14 Mayıs’ın kiniyle baktıklarını da hep beraber konuşmak lazım.

Farkındasınızdır muhakkak ama biz yıllardır “dış güçler ve Amerika” diyerek bir anlamda bu insanların üstündeki yükü de almaya çalıştık. Hayır, öyle yapmamak lazım. Eğer millet iradesinin tekrar örselenme- sini, bu işlerin başımıza tekrar gelmemesini istiyorsak, o yerli malı darbecileri, o zihniyetin bugünkü taşıyıcılarıyla birlikte günahlarıyla sürekli olarak yüzleştirmek lazım ve hiçbir zaman “Sizi ben bile kur- taramam.” sözünü bu millete unutturmamak lazım. Ben 2009’da De- mokrat Parti Genel Başkanı iken, 27 Mayıs’ın yıl dönümünde o zaman Danıştay üyesi olan Tansel Çölaşan tuttu, 27 Mayıs için “Efendim Menderes ve Demokrat Parti şöyle şöyle yapmasaydı darbe de olmaz- dı.” diye akıllara zarar bir kılıf, demokrasinin utancı olacak bir bahane ortaya sürdü. Evet, bugün ikinci 14 Mayıs’ı konuşacağız. Biz bu mil- lete ikinci 14 Mayıs’ı hediye etmek istiyoruz ama birileri de ikinci 27 Mayıs hayallerini yıllarca içlerinde taşıdılar ve bunu kendi etki alan- larındaki kendi kuşaklarına miras bıraktılar. “Demokrasi dışı, hukuk- suz, Batı’da olmaz, olmamalı, kötü ama onlara yapılırsa caiz olabilir, haklıdır ve bazen bu da lazım, bu kadar demokrasi fazla…” gibi sözleri hep beraber yıllarca taşıdık ve bu sözlerin her birini meşruiyet alan- larına taşıdıklarını hep beraber gördük.

Bu millet Yassıada’nın masumu, bu millet Yassıada’nın mağduru ama aynı zamanda bu millet Yassıada’nın mağrurudur. Burada yaşananla- rın üzerinden 73 yıl geçti ama biz bir gün dahi, kendi zihin dünyamı- za böyle bir kini miras bırakmaya tevessül etmedik. Bizim fikri takip yaptığımız siyaset, evrensel demokrasi kurallarıdır. Başka bir şey is- temedik. Bizim demokrasimize dinamit koyan Amerika’daki, İngilte- re’deki, Avrupa’daki demokrasi ve refah standartlarına ulaşmak iste- dik, onun için de bu milleti hiçbir zaman bölmedik ama karşımıza hep böyle geldiler. Terör örgütü, etnik köken üzerinden bölmeye ça- lıştı, darbeciler dindarlık üzerinden, bir başkası başka bir anlayış üze- rinden bölmeye çalıştı. Sürekli Türkiye’yi bu fay hatlarında zedeleme- ye çalıştılar. Türklük-Kürtlük, Alevilik-Sünnilik, dindarlık-laiklik fay hatlarında Türkiye’yi bölmeye çalıştılar. Bugün Türkiye’yi yöneten Tayyip Erdoğan, tam çok partili siyasi hayata girdiğimiz andan itibaren Türkiye’nin dış dünyadan ve içerideki ortaklarından nasıl ve ne şekilde bu fay hatlarıyla istikrarının bozulabileceğini, istikametinin yön değiştirebileceğini gördüğü için Türkiye’ye çok önemli bir altyapı hazırladı. Sadece bir fiske ile yıkılması artık zor olan bir altyapı değil aynı zamanda bir zihniyet devrimi yaşattı. Bu ülkede insanlar ken dilerini ifade edebilmeye başladılar, çünkü yıllar boyunca “her gün gidebiliriz ve her gün biz bu vesayeti sizin üzerinizde hissettirebili- riz” diyenler, Demokles’in kılıcını hiçbir zaman bu ülkenin üzerinden çekmek istemediler. Bu ülkede dindarlar, “Ben dindarım.” Diyemedi- ler; diyemiyorlardı çünkü 1960 darbesinin en önemli sebeplerinden bir tanesinin 1960’ta, 14 Mayıs’ta ak ihtilalle, beyaz ihtilalle seçim kazanıldığında Ezan-ı Muhammedî’nin aslıyla buluşmasının ve bu- nun rövanşının 1960 darbesinde alındığını sürekli bize hatırlatan bir anlayışla karşı karşıyaydık; ama biz korkmadık, korkmayacağız da. Bir değil bin Menderes versek de korkmayacağız. Korkmadığımız için bugün Ayasofya’da Ezan-ı Muhammedî’yi milletle buluşturuyoruz. Korkmadığımız için, sinmediğimiz için, ürkmediğimiz için bugün Taksim Meydanı’nda bu millet kendi camisini yapabilme kabiliyetine sahip olmuştur. Bu millet korkmadığı için Yavuz Sultan Selim Köprü- sü’nü yapmıştır. Bu millet korkmadığı için yıllar önce yaptırılmayan otomobilini kendisi yapmış, onun gururuyla beraber dünyaya bay- rak çekmiştir. Bu millet korkmadığı için yıllar sonra yeniden Sakarya Gaz Sahası’nda gazı bulabilme ve milletinin yerli ve millî adımlarıyla enerji dar boğazıyla karşı karşıya kalan dünyaya “Ben size artık ge- lecekte, gelecek nesillerimle mahkûm olmayacağım.” demiştir. Kork- madığı için bu millet bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın katılacağı, eğer rahmetli Menderes yaşasaydı 1968-69’larda nükleer santrali devreye sokup Türkiye’nin tam bağımsızlığı noktasındaki en önemli adımı atacağı bu adamı Tayyip Erdoğan unutmamış, tam 50 yıl sonra korkmadığı için, sinmediği için, ürkmediği için bu milletle ve bu mil- letin evlatlarıyla beraber buluşturmuştur.

Bizim çizgimiz nettir. Hiçbir çizgiden vazgeçmiş değiliz. Karşımızda- ki çizginin de bize karşı ne hissettiğini ne ortaya koyduğunu biliyo- ruz, ama biz nefret etmeyen, müjdeleyen bir anlayıştan geliyoruz. Biz kin duymayan, işini yapan bir anlayıştan geliyoruz. Biz bu medeni- yeti bütün dünyaya nakşetmeye yemin etmiş ve bu konuda ahitleri- mizi yeniden imzalamaya çalışan bir anlayışın içerisinden geliyoruz. Biz yolculuğumuzu biliyoruz. Bu yolculuğun içerisinde 1950-60 dö- neminde etrafımızdaki coğrafyaya yönelik her türlü barış, her türlü kardeşlik ahitnamesi imzalanmıştır. Balkanlar’dan Pakistan’a kadar, Bağdat Paktı’na kadar her türlü şey, bugün ne yapılıyorsa ne yapıl- maya çalışılıyorsa aynen o dönemlerde de yapılmıştır, çünkü ikisinin de kodu aynıdır; ikisi de millîdir, ikisi de yerlidir, ikisi de değerlerine sahiptir, ikisi de okunan her Ezan-ı Muhammedî’den o tüyleri diken diken olan etrafımızdaki coğrafyayla ve dünyayla bunları buluştur- maya çalışan bir anlayışın sahipleridir.

Biz bugün niçin burada olduğumuzu biliyoruz. Biz sadece iki 14 Ma- yıs’ı karşılaştırmak için burada değiliz. Biz sadece birtakım değer- lendirmeler ve analizler yapmak için burada değiliz. Bize unutturul- mak istenen bir tarihi, bize unutturulmak istenen bir geçmişi, bizden uzaklaştırılmak istenen değerler bütünümüze yeniden sahibiz diye bir bayrak çekmek için buradayız. Her biriniz bir bayraktarsınız, bu- gün bu havada buraya gelen her insan bir bayraktardır. Recep Tay- yip Erdoğan’a sahip çıkan ve Türkiye’nin değerlerine sahip çıkan her insan geçmişten geleceğe bizim bütün değerlerimizi taşıyan bir bayraktardır, Allah sizden razı olsun, Allah sizden razı olsun, Allah sizden razı olsun… Bayraktarlığımız; buradaki yapılanlardan kork- madığımız, çekinmediğimiz, ürkmediğimizdir. Hiçbir endişemiz yok Allah’ın izniyle.

“Türkiye Yüzyılı” bizim için oluşturulmuş, bugüne kadar altyapısı planlanmış bir yüzyıl değildir sadece. Bizim yapacağımız çok iş var.

Hepimizin yapacağı çok iş var. Onun için bütün müktesebatımızı or- taya koymaya çalışıyoruz. Her türlü birikmişimizi ortaya koymaya çalışıyoruz.

Allah’a hamdolsun, Türkiye 100 yıllık altyapısını gerçek- leştirdi. Geçmişten gelen çizgisinin hiçbirinden sapmadı, ideallerine devam ediyor.

Her türlü altyapısını gerçekleştirdi ama etrafımızdaki coğrafya ve bugün Müslümanların karşı karşıya kaldığı durum içimizde bir hüzündür. Bunun müsebbibi biz değiliz ama onları oradan çıkarabilecek olan biziz. Hemen yanı başımızda Irak’ta ve Suriye’de yaşananların Türkiye’yi de etkileyebilecek bir istikrarsızlık olduğunu biliyoruz. O kardeşlerimize elimizi uzatmak bizim güçlü Türkiye için, “Türkiye Yüzyılı”ndaki hedeflerimiz için vazgeçilmez bir süreçtir.

Yıllarca Orta Doğu’dan Orta Asya’ya kadar Afrika’ya kadar dünyanın her noktasında sesimizi duyurabildiğimiz her noktada haksızlıklara kar- şı çıkmak, “Dünya beşten büyüktür.” sözüyle beraber, o sözün altıyla o sözün üstüyle geleceğimizi buluşturabilmek bizim en temel şiarla- rımızdan bir tanesidir.

Ben dedemle Ayasofya’da namaz kılamadım. Ben dedemle beraber yerli ve millî otomobile binemedim. Ben dedemle beraber bu ülkenin gaz keşfini göremedim. Bilmenizi istiyorum ki bu ülkenin Atak helikopteri olmasını, bu ülkenin İHA’sı ve SİHA’sı, Kızıl Elma’sı olmasını göremedim çünkü bize parçalı dönemler yaşattılar ve bizi terbiye etmeye çalıştılar ama bizim torunlarımız millî ve yerli arabalarına torunlarıyla ve dedeleriyle beraber binecekler inşallah. Bizim torun- larımız bu güçlü altyapıyla beraber geleceğin dünyasına bu coğrafya- mızın bütün medeniyetlerini nakşedecek inşallah. Bunu hep beraber gerçekleştireceğiz, hep beraber sağlayacağız.

Bugün ikinci 14 Mayıs’a giderken karşımızdaki siyasi yapıların da hâlâ aynı anlayışlardan medet umduklarını görüyoruz. Mutfak videolarını hepimiz görüyoruz. Kandil’in videolarını da hep beraber görüyoruz. Alabildiğine bir ayrıştırma ve buradan güya kendine ait gördüğü kitlesini konsolide etme taktiği olduğunu hep beraber görüyoruz. Birinci 14 Mayıs’ın bir tarafı Türkiye’yi şalvarlılar, poturlular, kara kalabalık- lar, kuru kalabalıklar, şehirlilerle köylüler, vatandaş ile halk diye tas- nif ederdi. Bugün de aynı mantıkla ilerliyorlar.

Kıymetli hanımefendiler, beyefendiler; iki 14 Mayıs’ın benzerlikleri sadece taraflarının davranışları açısından değil, arifesinde olduğu gelecek açısından da elbette ki söz konusudur. Adnan Menderes’in Demokrat Partisi, Türkiye için 14 Mayıs 1950’de nasıl müreffeh bir ge- lecek hayal ediyor idiyse, bugün Cumhur İttifakı’nın 14 Mayıs 2023 hayali de Türkiye’nin geleceğinde aynı şekildedir. İlerici, zengin, üreten, dünyaya satan, yüksek teknolojiyi kullanan, hangi camide namaz kılıp kılmayacağına kendisi karar veren tam bağımsız, millî iradeyi sandığa yansıtan; ezcümle, ileriye bakan bir gelecek tarifinin olduğu apaçıktır.

14 Mayıs 1950’nin CHP’si de “aman denk bütçe, aman ko- münistler, aman şeriat gelecek” diye nasıl bir korkutan siyaset ve ge- riyi, küçük kalmayı, kapanmayı vadeden bir anlayış yürütüyorduysa, 14 Mayıs 2023’ün CHP’si de aynılarını vadetmektedir. İHA yapma, SİHA yapma, otomobil yapma, köprü yapma, doğal gaz bulma, Aya- sofya’da namaz kılma, parlamenter sisteme geri dön, koalisyonlara geri dön… Bütün bunlarla ilgili adımları atmaktan hiçbir zaman im- tina etmemektedirler. 27 Mayıs’ı yaptıktan sonra maaş ödemek için Amerikan büyükelçisine gidip demokrasiyi rehin verenlerin torunla- rı, bugün yine büyükelçilerle pazarlık yapmaktadırlar. Yine bir şeyleri rehin bırakıp yurt dışından borç aramakta, bize faiz kelepçesi takmak istemektedirler.

Demokrat Parti ve bugün aynı çizgiyi temsil eden AK Parti ve Cumhur İttifakı ise her iki 14 Mayıs’ta da bu millete bir gelecek, bu millete bir yarın vadetmiştir. Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950’de seçimleri kazandığında Türkiye’de kişi başı gelir 166 dolardı. 1959 yılında darbeden hemen önce kişi başı millî gelir 583 dolara çıkmıştı. Darbenin etkisiyle 1960 yılının sonunda 359 dolar, 1961’de ise 194 dolara kadar geriledi. Bugünün 14 Mayıs’ında Demokrat Parti çizgisi 2002’de 3.400 do- lardan aldığı kişi başına millî geliri 10.000 dolara çıkarmanın verdiği tecrübeyle kişi başı 20.000 dolarları, 25.000 dolarları, 30.000 dolar- ları hedefleyen bir “Türkiye Yüzyılı” tablosu vaadiyle karşımıza çık- maktadır. “Kızıl Elma” diyor, “Enerji Üssü” diyor, “Akkuyu” diyor, “Fil- yos” diyor, “Yerli Muharip Uçak” diyor, “İmece” diyor, “Top” diyor ve bu ülkeye birçok yenilikleri ve birçok altyapıyı kazandırıyor. 1950’nin 14 Mayıs’ı çiftçiye baraj vadetmişti. Amerika’nın “bir tane yap” dediği ülkeye 21 tane baraj yaptı. Bugünün 14 Mayıs’ı arkasındaki 21 yıllık icraatın üstüne bir o kadar daha icraat ve bir o kadar daha yatırım vadetmektedir.

Kıymetli hanımefendiler ve beyefendiler; konuşmamın başından beri söylemeye çalıştığım şudur: İki 14 Mayıs her anlamda birbirine çok benzemektedir. Taraftar aynıdır, tarafların iddiaları aynıdır, tarafla- rın tavırları aynıdır. Dolayısıyla bu seçimin sonucunu merak edenler -anketlere gerek yok- 14 Mayıs 1950’ye baksın; o gün ne olmuşsa Al- lah’ın izniyle 14 Mayıs 2023’te de aynısı olacaktır ve bu milletin fe- rasetiyle aynısı gerçekleştirilecektir. İki 14 Mayıs’ın tek farkı şu ola- caktır: 14 Mayıs 2023, 27 Mayıs 2033’le kapanmayacaktır. Türkiye, Allah’ın izniyle “Türkiye Yüzyılı”nı hep birlikte tamamlayacaktır ve Türkiye kendi rüyasını tamamlayacaktır. “Türkiye Yüzyılı” ile Türki- ye kendi geleceğini tamamlayacaktır. Öncelikle burada Yassıada’da hep birlikteyiz. Kıymetli Cumhurbaşkanım, burasının yapılması ha- yalini kurduğu andan itibaren o hayalin peşini hiç bırakmadı. Her bir meselesiyle tek tek uğraştı. Herkese, her birimize farklı talimatlar verdi ve burada aslında Türkiye tarihini aşağıdaki müzesiyle, camileriy- le, oradaki mahkeme salonuyla ve bütün o dönemi hatırlatan, ortaya koyan anlayışıyla beraber ama aynı zamanda buranın işlevselliğini de birbirine katarak bir süreci burada gerçekleştirdi. Sadece o değil, Kıymetli Cumhurbaşkanımız, yine o günün Cumhurbaşkanı, Demok- rat Parti’nin Kurucu Genel Başkanı Celal Bayar’ın gerek evinin gerek müzesinin gerek oradaki tüm müştemilatların yapılması talimatını da verdi. Yine burada söylemek istiyorum, Aydın’daki Adnan Mende- res Demokrasi Müzesi’nin de yapılması talimatlarını bizlere vererek, bunların takip edilmesi, bunların gerçekleştirilmesi ve bitirilmesi ta- limatlarını da bize vererek aslında siyasi tarihimize, demokrasi tari- himize, aslında dünümüze, bugünümüze, yarınımıza katkı sunanlara sahip çıkmamızı hep salık vermiştir. Bugün Ereğli Demir Çelik Fabri- kasından Fatin Rüştü’nün ismini silenler hatırlanmamaktadır. Bugün İstanbul Üniversitesinde darbe meşruiyetini sağlayan, isminin önün- de profesör olanlar ve o gün o darbenin meşruiyetini sağlamak için birtakım makaleler yazanlar hatırlanmamaktadır ama o insanların her biri hatırlanmaktadır. 1957 yılında Demokrat Parti kongresinde bir konuşma yapılır. Demokrat Parti’nin bir ileri geleni -daha sonra kızıyla da tanıştım- bir konuşma yapar ve şöyle der: “Belki başımıza büyük olaylar gelir. Belki bu ülkenin yolunu darbelerle keserler. Belki bizlerin her birini hapishaneye atarlar. Belki içimizdekileri idam ederler.” Yani aslında 3 yıl sonra olacaklar, kendi diliyle beraber orada söylenmiştir. Hiçbiriniz endişe etmeyin. Darbeyi yapanları kimse hatırlamayacak ama bizlerin mezarlarında, bizden sonra gelecek nesiller bizi tanımasalar da Fatihalar okuyacaktır, bugün onların mezar- larında Fatihalar okuduğumuz gibi. Allah birliğimizi devam ettirsin. Cenabı Allah birlik içerisinde olanları mükâfatlandırır. Allah bize çok çalışmayı nasip etsin, Allah çok çalışanları da mükâfatlandırır. Türki- ye Yüzyılı, birliğin ve çalışmanın yüzyılı olacaktır.

Öncelikle hem İletişim Başkanlığımıza hem Hukuk Politikaları Kurulumuza hem bu salona gelen bütün hocalarımıza, her biri Türki- ye tarihinde, ülkemizin tarihinde kıymetli çalışmalara, her birimizin yüzleşmesi gereken çalışmalara imza atan kıymetli hocalarımıza, bu salona gelen bütün sivil toplum kuruluşlarına, bütün meslek kuruluşlarına, yine bu salonda olan demokrasi sevdalılarına, bu salonda olan Türkiye Yüzyılı sevdalılarına, bu salonda olan ahde vefayı insanlığın en önemli karakteri olarak sahiplenen herkese minnet ve şükranlarımı ifade ediyor, Allah milletimizi istikametinden ayırmasın diyor, hepinize hürmetlerimi ve saygılarımı sunuyorum. Sağ olasınız.