“Sırtımızı Dönemeyiz”

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı sayın Süleyman Soylu, KonTv’de yayınlanan “Anadolu Soruyor” adlı programa katıldı. Programda, Reyhanlı’da yaşanan olayla ilgili olarak bir değerlendirme yapan Soylu, Türkiye’nin sorumluluklarının 15-20 yıl öncesine göre kıyaslanmayacak derecede arttığını söyledi.

 

 

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi’nden canlı yayınlanan programda, Reyhanlı’da yaşanan patlama olayıyla ilgili olarak değerlendirmelerinin sorulması üzerine Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, şu ifadelere yer verdi:

 

Özellikle Hatay Reyhanlı’da hayatını kaybeden vatandaşlarımızın sayısının 50’ye ulaştığı bilgisi mevcut. Kendilerine Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum. Elbette ki bunu,  hem ülkemiz için hem de insanlarımız için çok elem verici bir tablo olarak değerlendiriyoruz.

Şunu belirtmek gerekir: Elbette ki Türkiye bundan 15-20 yıl önceki sorumluluklarıyla karşı karşıya kalan bir ülke değildir. Türkiye, nasıl bundan 15-20 yıl önceki  kişi başına gelir seviyesi anlamında aynı noktada bir ülke değilse; enerji ihtiyacı bundan 15-20 yıl önceki gibi bir ülke değilse; nasıl, insanlarının eğitim talepleri, sağlık talepleri, ulaşım talepleri 15-20 yıl önceki bir ülkeyle kıyaslanmayacak derecede farklılaşmışsa, hepimiz bilmeliyiz ki Türkiye’nin kendine ait sorumlulukları da 15-20 yıl önceki sorumlulukları değildir.

Yanımızda, Suriye’de maalesef hiçbirimizin tasvip etmeyeceği, bırakın bizi, bizim tarihimizin tasvip etmeyeceği, geleneklerimizin, dinimizin, benliğimizin, vicdanımızın tasvip etmeyeceği olaylar yaşanmaktadır. Maalesef  Türkiye içerisinde bazı çevreler tarafından bu olaylar  çarpıtılmakta ve vicdanlarımızı yaralayıcı şekilde değerlendirilmektedir. Orada çocuklar katledilmektedir. “Türkiye niye bunlara karışıyor? Türkiye ticaretini yapıverse”ymiş. Yani Türkiye’nin sorumlulukları arttıkça,  zenginleştikçe, Türkiye kendi kökünü, kendi değerlerini, kendi anlayışını ve kendi duyarlılığını ortadan kaldırabilecek bir ülke haline mi gelecek? Biz zamanında tarihin bir yerinde niye Fildişi Sahilleri’nde olmuşuz, niye Balkanlar’da otağ kurmuşuz, niye kendi adımıza bir gelenek, bir kültür oluşturmuşuz, niye 1950’li yılların ortasından sonra rahmetli Menderes Bulgaristan’dan , Yugoslavya’dan gelenlere burada kucak açmış,  Anadolu toprağını onların yurdu haline getirmiş? Niye 1987-88’li yıllarda Bulgaristan’ta zulme uğrayan vatandaşlarımıza karşı, herkesin “eğer sayı 100 bini 200 bini geçerse Türkiye’nin ekonomisi  bunu kaldıramayacak” dediği noktada “hayır, ne olursa olsun biz bütün gelenleri almak zorundayız,  bir büyük devletin ve büyük milletin en temel gereklerinden biri budur” demiştir? Daha sonra aynısını Irak’ta Saddam’ın zulmünden kaçan insanlara yapmışız.

Bugün kendimizle övüneceğimize, yani 1 milyonu aşkın Suriyeli mülteci başka ülkelerde ve bütün dünyanın imrendiği şekilde bunlara en iyi, en modern, en vicdani, en şefkatli şekilde kol kanat geren ülke Türkiye. Herkesin “Allah Türkiye’den razı olsun” dediği bir noktada, orada insanlarımızla, Hatay-Gaziantep ve o bölgelerde yaşayan insanlarımızla bir vesileyle oradan gelmiş, göç etmiş kaçmış, vicdanını, namusunu, vücudunu, aklını bize emanet etmiş insanlara diyorlar ki sırtınızı dönün. Sırtını dönecek bir Türkiye öyle mi?

Osmanlı küçük bir aşiretken Selçuklularla Moğollar karşı karşıya geliyor. Osmanlı, güçlü olan Moğollar’la birlikte olmuyor, Selçuklular’la birlikte oluyor. Bu bir ecdad mirasıdır, bu bir tarihi birikimdir. Bu bizim insanlığımızın, sorumluluğumuzun gereğidir. Ne yapalım yani, Srebnetza’ya, Bosna’ya, Filistin’e, Somali’ye, Myanmar’a sessiz kalan, çıkarımız üzerinden bütün değerleri yönetmeye çalışan batı gibi mi davranalım? Milli gelir bakımından 2 bin dolarlık olduğumuz zaman o kadarlık yardım etmişiz, bugün 11 bin dolarlığız , yarın 20 bin dolarlık oluruz, o kadarlık yardımcı oluruz. Bizim meselemiz sadece ihracatımızı arttırmak, zenginleşmek, har vurup harman savurmak, sükse yapmak, dünyaya göndereceğimiz mal mülkle “biz şu kadar mal sattık , ihraç ettik, üretim yapıyoruz” demek değil ki.

Bu coğrafya, bu Anadolu coğrafyası  bir iddianın sahibidir. Bu iddiayı ortaya koyan bir coğrafyadır. Yunus’un Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın, Selahaddin Eyyubi’nin, İdris-i Bitlisi’nin, Hoca Ahmet Yesevi’nin, Mimar Sinan’ın, bütün hepsini sayabileceğimiz bir büyük coğrafyadır. Birtakım siyasiler, siyasi partiler, birtakım kimliklerini kaybetmiş medya mensupları ne söylerse söylesin onlarla aynı meseleyi, aynı hayat bakışını, aynı tarzı sürdürmek zorunda değiliz. Bunun için eleştirilecekmişiz, varsın eleştirilsin.