Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı sayın Süleyman Soylu’nun EkoPusula Dergisi’nden Cüneyt Çabuk ile bir röportaj gerçekleştirdi. Röportajın tam metni aşağıdadır.
Başkanlık sistemini ilk kez Besim Tibuk’tan dinlemiştim. Kendine has üslubu ile Besim bey konuşmanın sonunda “bu sistem kafanıza yatmışa benziyor selam verdiğiniz herkese bu sistemi anlatın” demişti. O an için sisteme verdiği önemi kavramam zor olmuştu. Şimdi ise parlamenter sistemin zaafları daha net görünür oldu benim için. “Başkanlık sistemini en anlaşılabilir haliyle kimden dinlenir” sorusunun yanıtı bu söyleşinin sonunda da anlayacağınız üzere tartışmasız AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu’dur.
Aşağıda Soylu’nun etkileyici üslubu ile reel sistemin sorunlarını ve Başkanlık sisteminin kaçınılmazlığını bir kez daha anlayacağınız ve bir köşede saklanması gereken bir söyleşi metnini bulacaksınız. Söyleşi sonunda aklımda kalan ise Süleyman Soylu’nun siyasi nezaketi, iletişimi ve bilgiyi ön planda tutan tavrıyla ortalama Türk siyasetçisinden epeyce farklı bir yapı sergiliyor olması. Türk siyasetinde önemli başarılara imza atacağına inanıyorum.
Cüneyt Çabuk
-Türkiye temel olarak niye başkanlık sistemine ihtiyaç duyuyor?
-Türkiye’nin Başkanlık Sistemi ihtiyacı iki türlü ortaya çıkmaktadır. Bir tanesi parlamenter sistemin işlememezliğinden kaynaklanmaktadır. İkincisi ise Türkiye’nin reformist bir on yıl geçirmesi nedeniyledir. Türkiye reformlarla dolu bir on yıl geçirmiştir ve kendisini alt gelir grubundan orta gelir grubuna taşımıştır. Yani Türkiye kişi başına 3 bin dolarlardan, 10 bin dolarlara yükselen bir gelir seviyesi yakalamıştır. Tam da burada Türkiye’nin karşısında bir tehlike belirmiştir. Eğer Türkiye ekonomik ve siyasal anlamda ve demokrasinin ilerlemesi ve derinleşmesi adına yaptığı yapısal reformların devamını ve sürdürebilirliğini sağlamazsa patinaj yapabilir. Böyle bir tehlike var Türkiye’nin önünde. Mevcut parlamenter sistem Türkiye’de oluşan bu reformcu geleneğin ve reformist yapının en temel karşıtlarından bir tanesidir. Çünkü Türkiye kendi mobilizasyonunu, dinamizmini ve hareket kabiliyetini sürdürebilmek için, parlamenter sistemden farklılaşarak yola devam etmek durumundadır. Reformist geleneğini kalıtımsal bir hale getirmesi yenileşmenin devamıyla mümkündür. Burada parlamenter sistem Türkiye’nin çözerek ilerlediği sorunların tamamını tıkayan bir süreç oluşturmaktadır. Yani sistemin işlevselliğinden daha ziyade Türkiye’nin karşılaştığı ve çözerek ilerlemeye çalıştığı meselelerle ilgili parlamenter sistemin vereceği cevaplarla başka bir hükümet sisteminin vereceği cevaplar arasında bir karşılaştırma yapmak gerekir. Burada mevcut sistem daha fazla yenileşme ve sürdürülebilir reform sürecine izin vermiyor. Bunu görmek lazım.
-Peki başkanlık sistemi Türkiye’nin sorunlarına bakışta parlamenter sistemden nasıl farklılaşıyor?
Şimdi Türkiye’nin en temel meselelerinden biri adem-i merkeziyettir. Türkiye merkezileşmeli mi, yoksa yerelleşmeli mi? Parlamenter sistem desantralizasyona karşı bir sistemidir. Çünkü parlamenter sistem bırakın yerelliği, yerel adayların seçildiği parlamentoyu bile bir bütün şeklinde algılar. Onları bölgelerinin temsilcisi olarak değil de birer Türkiye milletvekili olarak kabul eder ve onların tüm Türkiye’yi temsil ettiğini varsayar. Oysa yapılması gereken şey hem bütçesel açıdan yerelleşmeyi hem de yerelleşmenin kural ve kanun kabiliyetini arttırmayı sağlayacak bir anlayışı ortaya koymaktadır. Neden? Bunun birçok sebebi vardır. Türkiye’nin en temel unsurlarından biri beşeri sermayesidir. Eğer Türkiye beşeri sermayesini kuvvetlendirmek istiyorsa bunu İstanbul üzerinden yönetemez. Bugün buna mahkumdur Türkiye. Yani kafası geniş, kol ve bacakları prematüre bir çocuk gibidir Türkiye. Son 10 yılda atılan adımların dışındaki istek de hep böyle gelişmiştir. Türkiye’nin göç problemini siz parlamenter sistemle çözemezsiniz. Bölgeler arası gelişmişlik farklarını parlamenter sistemle ortadan kaldıramazsınız. Türkiye’de eğitim seviyesinin eşitlenmesini ve adil hale gelmesini parlamenter sistemle çözemezsiniz. Çözülemez bunlar parlamenter sistemle.
Parlamenter sistem bürokrasiyi temel alan, Ankara’nın koridorlarını temel alan bir sistemdir. Ha böyle olmayabilirdi ama böyle olmuş. Sistem bu karakterde gelişmiş. Parlamenter sistem öcüdür demek istemiyorum ama Türkiye parlamenter sistemi bürokrasiyle birlikte bu kalıplara döktü. Bu kalıplarla birlikte biz 21. Yüzyılda çabuk karar verebilen, etkin bir denetim ortaya koyan, şeffaflık oluşturan, Yasama – Yürütme – Yargı erklerinin birbirinden bağımsız bir şekilde hareket edebildiği bir süreci işletemeyiz bu sistemde. Bir kere mutlaka yasama ve yürütme birbirinin içinde olacaktır. Koalisyon varsa daima istikrarsızlık vardır; koalisyon yoksa, tek başına iktidar varsa da bir ‘tek başınalık’ vardır. Yani bir anlamda yürütmenin yasamaya tahakkümü söz konusudur ve denetleme mekanizmalarının işlevsizliği vardır. Yani ya istikrarsızlık ya da şeffaflıktan ve denetimden uzak bir yapı. Parlamenter sistem bu ikilemin içindedir.
-Başkanlık sisteminin otoriter bir modele dönüşeceği kaygısına nasıl bakıyorsunuz?
-Tayyip Erdoğan Başkan oldu diyelim. Bunun üzerinden otoriterlik noktasında üretilen kaygılar var. Oysa parlamenter sistemde otoriterlik daha rahat tesis edilir. Başkanlık sisteminde otoriterliği tesis edemezsiniz. Parlamenter sistem demokrasinin derinleşmesine müsaade etmez. Demokrasiyi derinleştiremezsiniz parlamenter sistemde. Neden? Çünkü partilerin yapısı ve lider hükümranlığı parlamenter sistemin özü ve doğasıdır. Ancak onunla beraber parlamenter sistemi kontrol altına alabilirsiniz. Parlamenter sistem sonlu bir süreç değildir ve yanlış oluşturduğumuz siyasal kültürün en önemli koruyucusu ve istikrarlı savunucusudur. O nedenle demokrasinin derinleşmesi adına bu sistemi değiştirmek gerekir. Türkiye 21 yüzyılın başından itibaren bu sistemi değiştirmek için öncelikle ana aks demokrasinin kalıplarını değiştirmeye çalışıyor, daha sonra onun mütemmim cüzü olan siyasi partiler ve sivil toplum gibi demokratikleşmenin önünü açacak diğer önemli yapıları yeni bir bakışla ele almaya çalışıyor. Biz daha birincisini düzeltebilmiş değiliz. Biz daha ana aks demokrasinin kalıpları arasında sıkışıp kalmış vaziyetteyiz. İkincisine geçemeyişimizin en temel nedeni parlamenter sistemin bağlarından kurtulamayışımızdır.
Yürütmenin tek bir kişide toplandığı ve yasamanın yürütmeden bütünüyle bağımsız olduğu, parti disiplinin bir ölçüde zayıfladığı ve yerel yönetimlerin güçlendiği bir ortamda başkanlık sistemi parlamenter sistemin bir başka dezavantajını ortadan kaldırır. Çünkü başkanlık sistemi sonlu bir sistemdir. Çünkü parlamenter sistemde liderlikten sadece liderin menfaati yoktur. Liderin çevresinin ve kadrolarının da menfaati vardır. Lider bırakıp gitme istese de onun gitmesini istemezler. Ama başkanlık sistemi kurallara bağlı bir sistemdir ve lider dönemini tamamladıktan sonra bırakır. Sayın Başbakan’ın 3 dönem kuralını getirmesi aslında bu kültürü kalıtsal hale getirmek içindir. Ancak bu 3 dönem kuralı parlamenter sistemle değil, başkanlık sistemiyle örtüşen bir yapısal teamüldür. Oysa parlamenter sistem ölünceye kadar devamı öngörür. Bu sadece AK Parti’de vardır ve diğer partilerde yoktur. Başkanlık sistemi 10 yıl sonra bitecek bir takvim öngörür. Birinci ve ikinci dönem şeklinde tanımlanması kişisel ve partisel çıkarlar adına değil Türkiye adınadır ve seçmenlerin vize vermesi neticesinde gerçekleşir. İdealini kendi geleceği üzerine değil; Türkiye üzerine, gelişmişlik üzerine, kalkınma üzerine ve toplumun alacağı ilerleme üzerine kuran bir sistemdir başkanlık sistemi. Eğer olursa ikinci döneminde de Türkiye’nin ayak bağı olan bütün meseleleri üzerine odaklanabilme, onlara dokunabilme fırsatı ortaya koyar. Ve bana göre Türkiye’nin meseleleri üzerinde düşünebilme standardını geliştirir.
-Peki başkanlık sistemi kimlik problemine ve azınlıklara yönelik olarak daha uygun politikalar üretilmesine zemin sağlayabilecek mi?
Bence öyle. İçinde bulunduğumuz eşit vatandaşlık da dahil en önemli problemleri parlamenter sistem içinde çözebilme şansımız yoktur. Türkiye’nin ihtilaflı alanlarına bu sistem üzerinden kalıcı bir çözüm üretmemiz mümkün değildir. Her gün Aleviliği ve Sünniliği bir tehdit olarak görürsünüz. Türklüğü ve Kürtlüğü, laikliği ve anti laikliği bir tehdit olarak görürsünüz ve bu tehdit algılamaları üzerinden yönetsel sıkıntılar yaşamaya devam edersiniz. Oysa başkanlık sisteminde böyle bir şey yoktur. Başkanlık sisteminde tüm bu farklılıkların yaşadığı alanlar özgürdür ve geniştir. Farklılıklar ancak başkanlık sisteminde yaşama ve kendini yeniden üretebilme imkanına sahip olabilirler. Bu meselelere parlamenter sistemin vereceği bir yanıt yoktur. Çünkü o tüm grupları bir bütün olarak görür. Kürtleri de Türkleri de, Alevileri de Sünnileri de aynı çerçevede görür ve hareketsizliği beraberinde getirir. Parlamenter sistem Türkiye’nin bu alanlarda özgürlükler adına hareket etme kabiliyetini elinden alır. Bütün marjinalleri ve azınlıkları sistemin içine katmanız ancak başkanlık sisteminde mümkün olur.
Her dört yılda, her beş yılda kendini denetleyebilen, halkın önüne çıkan, yerel inisiyatifleri güçlendiren, iki partili sistemi sağlıklı bir rekabet düzlemine oturtan, siyaseti bu çerçevede kurumsallaştırıp güçlendiren ve dar bölgeyi seçim sisteminde amir hüküm kılan bir anlayış başkanlık sisteminin özüne işlemiştir. Parlamenter sistemde yerel partiler, yerel inisiyatifler oluşturup bunu sandığa yansıtmanız, sivil toplumu güçlendirmeniz mümkün olmaz. Karşı karşıya kaldığımız en büyük sorunların; yani Güneydoğu özelinde Kürt sorununun, Alevi sorununun ve cinsiyet sorununun parlamenter sistem içinde çözümü yoktur. Bu şartlar altında ancak çözebildiğiniz kadar çözersiniz. Türkiye’nin önündeki tüm meselelere kalıcı ve köklü çözümlerde anahtar başkanlık sistemidir.
Tabii diğer bütün teferruatlar konuşulabilir. Yani avantajlar ve dezavantajlar üzerinden bir analiz yapılabilir. Bütün bunlar konuşulabilir. Tıkanacakları noktalar değerlendirilebilir. Yürütmede, yasamada, bürokrasiye dair atamalarda, süreçte, denetlemede, ortak akıl oluşturmada, birbirine ihtiyaç duymada başkanlık sistemi çok büyük ayrıcalıklara sahiptir. Başkanlık sistemi uyuşmazlıklar üzerinden primlenir ve değer kazanır. Tarafların uyuşması değil, uyuşmaması esastır. Birbirleriyle uyuşması değil çatışması esastır ve o çatışmanın getireceği ana eksen Başkanlık Sistemini besler. Parlamenter sisteminde ise pazarlık esastır ve bu pazarlık esas itibariyle pragmatik bir pazarlıktır ve sonucu geçmiş dönemlerde olduğu gibi millete olumlu yansımayan bir pazarlıktır. Parlamenter sistemi pazarlık üzerine kuruluyken, başkanlık sistemi uyuşmazlıklar üzerinden çözüme üretme üzerine kuruludur. Sistemin tüm unsurları tüm farklılıklarıyla bu uyuşmazlıkların çözümü üzerine kendini adapte etmiştir.
Başkanlık sisteminde nasıl bir seçim sistemi ön görüyorsunuz?
Başkanlık sisteminin en temel faydalarından biri de getireceği seçim sisteminin demokratik niteliğidir. Amerika’da daha yeni bir seçim yapıldı ve oylar %51’e %49 olarak çıktı. Bu Türkiye’de olsaydı bu seçim mahkemelerde bitmezdi, sistem kilitlenirdi. Bugün Amerika’da en ufak bir problem yok. AK Parti 2002’de %34’le iktidar oldu, 2007 seçimine kadar “Bu parlamentonun aldığı oy meşru bir oy değildir, %34’le parlamentonun %65’ine sahipsiniz” diye hükümeti gayrimeşru gösterme gayretine girdiler. Yani seçim sonucunun yürütmenin işleyişini kolaylaştırması söz konusu olacaktır. Diğer yandan parlamenter sistemde daraltılmış bölge vardır, başkanlık sisteminde dar bölge vardır. Dar bölge olmadan başkanlık sistemi olmaz. Parlamenter sistemde de dar bölge yapılabilir ama bu kademeli bir geçiş olabilir. Çünkü Almanların Anayasasının girişinde şöyle güzel bir cümle var: “On yıldır birlikte olmak üzere 50 yıldır demokrasiyi öğrenmeye çalışıyoruz” diyor. Yani biz demokrasiyi daha iyi içselleştirebilmek, bir kültür olarak donatmak ve yazısız kurallarıyla hayatımızı bezemek için elbette biraz daha yol yürümeliyiz. Biraz daha kafamızı vurmaya ve alışkanlıklarımızı değiştirmeye ihtiyacımız var. Ben demokrasiden bahsediyorum, milletin gelişmişliği konusunda bir problemim yok. Benim meselem demokrasi kültürüyle ve onun gelişmesiyle ilgilidir. Bunu eğer parlamenter sistemde direkt dar bölgeye geçirmeye çalışırsak bu geçiş sürecinde bir takım problemler yaşayabiliriz. Ama bunu kademeli olarak daraltılmış bölgeden dar bölgeye geçirirsek bana göre çok daha sağlıklı bir geçiş yapmış oluruz. Ama başkanlık sisteminde temel seçim sistemi dar bölgedir.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olması parlamenter sistem ile uyum gösterebilir mi?
Tabii bir de bu var. Halk oyuyla seçilen cumhurbaşkanlığı gibi yeni bir gerçekle karşı karşıyayız. Tabii hep mevcut sistemin Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan ve Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül arasındaki ahenkle 500 yıl falan gidebileceğini düşünüyoruz. Şimdi bir taraftan en ez %51’le seçilmiş bir cumhurbaşkanı, diğer taraftan belki de %20’lik partilerin oluşturacağı bir hükümet ve %20’lerde oy almış bir başbakan olacak. Arkadaşlar böyle bir sistemin adı yok. Bunun tek adı var, kaostur. Sistematik olarak aynı Fransa gibi dönem dönem başkanlığa, dönem dönem yarı başkanlığa, dönem dönem parlamenter sisteme dönen bir anlayışa göre şekillendirebilirseniz eyvallah. Ama böyle biz böyle bir şekillendirme yapmadık, biz olaylar sonucunda bu noktaya geldik. En temel problemlerimizden bir tanesi bu melez sistemin başımıza açacağı muhtemel yönetimsel sorunlardır. Ya yeniden pür bir parlamenter sistem inşa edeceğiz – ki bürokrasinin buna müsaade etmeyeceğini düşünüyorum, eski tartışmaların ve çekişmelerin devam edeceğini düşünüyorum – ya da hükümet sistemini yenileyeceğiz ve yeni bir şekillendirme ortaya koyacağız.
Arkadaşlar bu yenileşmenin altını özenle çizmek istiyorum. Türkiye’de bütün kurulların ve bütün kuralların değişmesi lazım. Eskiyle bize terzilendirilmiş, biçimlendirilmiş hiçbir kuralı ve kurulu kabul etmememiz lazım. Buna TÜBİTAK da dahil, YÖK de dahil. Bu kurumların tamamını reddetmeliyiz. Bunu parlamenter sistemle yapamayız. Bu yeni mimariyi ancak başkanlık sistemiyle yaşama geçirebiliriz. Ve bunu biz yapabiliriz, bizim siyasi aklımız yapabilir. Bu mimariyi oluşturma hakkını ve fırsatını bize ancak başkanlık sistemi verir. Bu mimariyi yaparken 21. Yüzyılın tüm değerlerini ve gerçeklerini bir bütün olarak bunun içine yansıtırız. Eskimiş kurumlarla yeni dünya ile rekabet edebilmemiz mümkün değildir. Küreselleşmeyi anlayamayız parlamenter sistemde. Yerelleşmenin gücünü hissedemeyiz. Oysa hem onun hızı var, hem onun gücü var ve biz bunun ikisini birleştirerek yeni kurum ve kurallarla yeni bir mimari oluşturmalıyız.
-Peki böyle bir sistem değişikliği için zaman daralıyor mu?
-Zaman daralmıyor. Çok önemli tecrübeler elde ediyoruz. Bir açık toplum olarak her meseleyi avantajları ve dezavantajlarıyla tartışıyoruz ve bu tartışmalardan hepimiz gelişiyor ve fikirlerimizi olgunlaştırıyoruz. Bugün parlamentonun da çözümsüzlükten çıkardığı tecrübeler var ve bugün parlamento çok önemli işlevlerinden birini yerine getiriyor. Partiler birbirini anlamaya çalışıyor ve ortak paydalarda buluşmayı arıyor. Ve bu tarz meseleleri sivil siyaset ilk kez el alıyor. Sivil siyasetin de bir ölçüde tecrübe eksikliği var. Ama bu da bir heyecandır. Bunu tüketmemeliyiz ve buna sıkı sıkı sarılmalıyız. Görmek lazım ki başkanlık sistemini geçildiğinde Türkiye rahatlayacaktır. Bunun için de zaman daralmış değildir.
Röportaj: Cüneyt Çabuk / Ekopusula dergisi / Bandırma