İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Demokrasi ve Özgürlükler Adası | Cumhuriyet Tarihinde İki 14 Mayıs Paneli’nde konuşma yaptı.
Bakan Soylu’nun açıklamalarından satır başları şöyle;
Yassıada’ya yani buraya ilk gelişimde gördüğüm manzarayı hatırlıyorum. Etraf kırık döküktü. Yerlerde çerçöpler, duvarların her birine sinmiş küfler, dökülmüş boyalar ve sanki burada yaşananları anlatır gibi büyük bir terk edilmişllk vardı. Biz bu salonda demokrasiyi, millet iradesini, terk edilmişliğine şahit olmuştuk. Sonra da bu salonu ve bu adanın nasıl terk ediliğini görmüştük. Bu salonda ve bu adada millet vicdanının nasıl örselendiğini tekrar hatırlamayalım diye maalesef burasının terk edilmişliğine hep beraber şahit olmuştuk. Yıllar sonra adaya çıkış izni alabildiğimiz ilk kez geldiğimizde gördüğümüz manzara tam anlamıyla buydu.
Hapishanelerin olduğu yere gittik. Paslı demir parmaklıkları oradaki halini gördük. Orada yaşanmışlıkları demokrasiye ve millet iradesine yapılan hakaretleri hayal ettik.
Yapanların hakikaten her birine içimizden çok şeyler söyledik. Millet de çok şeyler söyledi. 13-14 yaşındaydım çocukların bazen boş durmama gibi usulleri, işleri vardır. Babamdan izin aldım bir bayramda kartpostal satmak için Sirkecei’ye gittim. Sirkeci’de bugünkü gördüğünüz, bildiğiniz yerlerde o dönem meşhur olan ve birbiriye bayramlaşmanın en temel araçlarından biri olan kartpostal satan yerlerden kartpostal aldık. Aralarında rahmetli Menderes’in de kartpostalı vardı.
Çocuktum… O dönemler söylediğim yıllar zannediyorum 85-86’lı yıllar. O dönemler darbe sonrası da olduğu için bu meselelerin çok rahat konuşulabildiği çok rahat ifade edilebildiği dönemler değildi. Zaten 1960 darbesinden sonra sadece biz bu ülkeye hizmet eden evlatlarını yitirmedik veya hapishanelerde hayatlarının zindanlarda geçirmesine bir şekilde şahit olmadık. Başka bir şeye de şahit olduk. Onlarla ilgili bir şeyin konuşulmasının da yasaklandığına şahit olduk.
1960 darbesinden sonra ‘Ben Demokrat Parti’nin devamıyım’ diyemeyecek kadar ‘Gözlerime bakın her şeyi anlarsınız’ gibi ifadelerin milletin birbirine şifreyle söylediği bir anlayışı da bu millet yaşadı. Geldik kkomşumuza yaptırdığımız kartpostal üzerine kartpostalları koyduk. Evet… Demokrat Parti’den gelen bir aileden hepnizin olduğu gibi gelen bir ailede yetişmiş çocuğum ben de.
“BÖYLE LİDERLER 100 YILDA BİR GELİR”
Bu ülke Recep Tayyip Erdoğan yetiştirdi. Böyle liderler 100 yılda bir gelir. ‘Şimdi zamanı değil’ dersek ABD acımazsızdır, Avrupa acımazsızdır. Onların yetişmiş insanlarla dertleri söz konusu değildir. Bu millet 15 Temmuz’da tam 27 Mayıs 1960’da karşılaştığı hınç ile ABD’yi mağlup etmiştir.
Eğer bugün iki 14 Mayıs’ı konuşuyorsak birinci 14 Mayıs’ı bitiren dış güçlerin yanında iç güçlerin de yanında olduğunu, ikinci 14 Mayıs’ta da yine aynı karakterin varlığını yani dış güçlerin yanındaki demokrasiyi içine sindirememiş o iç güçlerin varlığını, iş birlikçiliklerini, millete ihanetini 70 yıl sonra bile bize nasıl 14 Mayıs’ın kiniyle baktıklarını da hep beraber konuşmak lazım.
“DEMOKRASİNİN UTANCI OLACAK BİR BAHANE”
Farkındasınızdır muhakkak ama biz yıllardır dış güçler ve Amerika’dan bu insanların üstündeki yükünü almaya çalıştık. Millet iradesinin tekrar örselenmemesini bu işlerin tekrar başımıza gelmemesini istiyorsak o yerli malı darbecileri o zihniyetin bugünkü taşıyıcılarıyla birlikte sürekli olarak yüzleştirmek lazım. Yüzleştirmek lazım ve yüzleştirmek lazım. Hiçbir zaman ‘Sizi ben bile kurtaramam’ sözünü bu millete unutturmamak lazım.
Ben 2009’da Demokrat Parti başkanıyken 27 Mayıs’ın yıl dönümünde o dönem Danıştay üyesi olan Tansel Çölaşan tuttu, 27 Mayıs için, ‘Menderes ile Demokrat Parti şöyle şöyle yapmasaydı darbe de olmazdı’ diye akıllara zarar bir kılıf demokrasinin utancı olacak bir bahane ortaya sürdü. Evet bugün ikinci 14 Mayıs’ı konuşacağız. Biz bu millete ikinci 14 Mayıs’ı hediye etmek istiyoruz. Ama birileri de ikinci 27 Mayıs hayallerini de içlerinde yıllarca hayallerinde taşıdılar ve bunu kendi etki alanlarındaki kendi kuşaklarına miras bıraktılar.
‘Demokrasi dışı’, ‘hukuksuz’, ‘Batı’da olmaz, olmamalı’, ‘kötü ama onlara yapılırsa caiz olabilir’, ‘haklıdır’ ve ‘bazen de bu da lazım’, ‘bu kadar demokrasiye fazla’ diye sözleri hep beraber yıllarca taşıdır. Bu sözlerin herbiri meşruiyet alanlarında taşıdıklarını hep beraber gördük. Bu millet Yassıada’nın masumun, bu millet Yassıada’nın mağduru ama aynı zamanda bu millet Yassıada’nın mağrurudur.
Buradan yaşananların üzerinden 73 yıl geçti. Ama biz bir gün kendi zihin dünyamıza böyle bir kini miras bırakmaya tenessül etmedik. Bizim fikri takip yaptığımız siyaset evrensel demokrasi kurallarıdır. Başka bir şey istemedik. Bizim demokrasimize dinamit koyan, ABD’deki, Avrupa’daki, İngiltere’deki demokrasi ve refah standartlarına ulaşmak istedik.
Onun için de bu milleti hiçbir zaman bölmedik. Ama karşımıza hep böyle geldiler. Terör örgütü, etnik köken üzerinden bölmeye çalıştı. Darbeciler dindarlık üzerinden, bir başkası başka bir anlayış üzerinden bölmeye çalıştı. Sürekli Türkiye’yi bu fay hatlarında zedelemeye çalıştık.
Türklük-Kürtlük, Alevilik-Sünnilik, dindarlık-laiklik fay hatlarında Türkiye’yi bölmeye çalıştılar. Bugün Türkiye’yi yöneten Tayyip Erdoğan, çok partili siyasi hayata girdiğimiz andan itibaren Türkiye’nin dış dünyadan ve içerideki ortaklarından nasıl ve ne şekilde bu fay hatlarının istikrarının bozulabileceğini, istikametinin yön değiştirebileceğini gördüğü için Türkiye’ye çok önemli bir alt yapı hazırladı.
Sadece bir fiskeyle yıkılması zor olan bir alt yapı değil. Aynı zamanda bir zihniyet devrimi yaşattı. Bu ülkede insanlar kendilerini ifade edebilmeye başladılar.
“BİR DEĞİL BİN MENDERES VERSEK DE KOPMAYACAĞIZ”
Bu ülkede dindarlar ‘Ben dindarım’ diyemediler, diyemiyorlardı. Çünkü 1960 darbesinin en önemli sebeplerinden bir tanesinin 1960’ta ak ihtilalle, beyaz ihtilal seçim kazandığında ezanı Muhammedi’nin aslıyla buluşmasının ve bunun rövanşının 1960 darbesinde alındığını sürekli bize hatırlatan bir anlayışla karşı karşıyaydık. Ama biz kopmadık. Kopmayacağız da… Bir değil bin Menderes versek de kopmayacağız.
Kopmadığımız için bugün Ayasofya’da ezanı Muhammedi milletle beraber buluşturuldu. Korkmadığımız, sinmediğimiz için bugün Taksim Meydanı’nda bu millet kendi camiisini yapabilmeye sahip olmuştur. Bu millet kopmadığı için Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü yapmıştır. Bu millet korkmadığı için otomobilini kendisi yapmış onun gururuyla beraber dünyaya bayrak çekmiştir.
Bu millet yıllar sonra Sakarya gaz sahasında yeniden gaz bulabilme ve yerli ve milli adımlarıyla enerji darboğazıyla karşı karşıya kalan dünyaya ‘Ben size artık gelecek nesillerimle mahkum olmayacağım’ demektir. Korkmadığı için bu millet sayın Cumhurbaşkanımızın katılacağı eğer rahmetli Menderes yaşasaydı 1968-1969’larda nükleer santrali devreye sokup Türkiye’nin tam bağımsızlığındaki en önemli adımı atacağını ve en önemli adımı gerçekleştireceği adımı Tayyip Erdoğan unutmamış tam 50 yıl sonra korkmadığı için sinmediği için ürkmediği için bu milletle ve bu milletin evlatlarıyla beraber buluştu.
Bizim çizgimiz nettir. Hiçbir çizgiden vazgeçmiş değiliz. Karşımızdaki çizginin de bize karşı ne hissettiğini ne ortaya koyduğunu biliyoruz. Ama biz şu kökenden geliyoruz; Nefret etmeyen, müjdeleyen bir anlayıştan geliyoruz. Biz kin duymayan, işimizi yapan bir anlayıştan geliyoruz. Biz yolculuğumuzu biliyoruz.