İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Bir göç dalgasıyla karşılaştığınızda devlet olarak temelde iki şekilde davranabilirsiniz. Ya kapınızı kapatırsınız ya da açarsınız. Anadolu medeniyeti, tarihi boyunca birinci tercihi asla kullanmamıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye krizinde olan göç dalgasına karşı verdiği tepki aslında yeni bir yaklaşım tarzı değildir.” dedi.
Kamu Denetçiliği Kurumu tarafından Ankara’da gerçekleştirilen 4. Uluslararası Ombudsmanlık Sempozyumu’nun ikinci gün oturumunun açılışında konuşan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Kamu Başdenetçisi Şeref Malkoç’u sempozyum ve konu seçimi için kutladı.
Dünyanın 21. yüzyıla medeniyet seviyesine yakışmayan bir terör ve göçle başladığını belirten Soylu, kitlesel göçün en büyük sebebinin terör ve şiddet olduğunu ifade etti.
Ombudsmanlık müessesinin bu konuya eğilmesinin ve özel olarak refleks geliştirmesinin tam zamanı olduğunu anlatan Bakan Soylu, ombudsmanlığın tarihsel sürecinin kendi içinde mültecilik hikayesine dayandığını kaydetti.
Türkiye’deki göç sorunuyla ilgili sahada çalışanlara da teşekkür eden Soylu, bu kişilerin masada alınan kararları sahada başarıyla uyguladıklarını bildirdi.
Alınan kararların sahada uygulanmaması halinde bir öneminin bulunmayacağını belirten Soylu, bu kapsamda geçen hafta Göç Politikaları Kurulu’nu topladıklarını vurguladı.
Türkiye’nin 3,5 milyon mülteci ve göçmene ev sahipliği yaptığına işaret eden Bakan Soylu, Türk milletinin bundan kuvvet aldığını ve bunu tarihin ve insanlığın bir sınavı olarak gördüğünü bildirdi.
Soylu, şunları söyledi:
“Bu topraklar Museviler dahil olmak üzere, birçok insana, eğer dardaysa ve sıkıntıdaysa ev sahipliği yapmıştır. Bizim medeniyetimiz merhamet ve şefkat medeniyetidir. Merhamet ve şefkat medeniyetinin eli sadece bu topraklara sığınanlara değil, dünyada dili, dini, rengi, ırkı ve etnik kökeni ne olursa olsun herkese uzanmakta ve dünyaya iyiliğin ve insanlığın nasıl oluşabileceğini göstermektedir. Biz bunu niçin yapıyoruz? Bu da çok basittir. Bizim şifrelerimiz çok basittir. Bizim dinimiz, inancımız, gelenek ve göreneklerimiz, annelerimiz, babalarımız, atalarımız ve bizim öğrendiklerimiz bize söyler ki bize ‘Yaratılmışların en şereflisi insandır.’ Biz insana hizmet ederiz. Osmanlı-Rus savaşı sonrası bu topraklara insanlar gönderildi. Bu topraklarıdaki insanlar onlara sırtını dönmediler. Bugün bu topraklarda Gürcüler, Abhazlar, Çerkezler, Tatarlar, Bulgaristan’dan göçenler var.”
Türkiye’nin soydaşlarıyla büyük bir millet olduğunu ifade eden Bakan Soylu, Türk milletinin geçmişte Saddam’ın kimyasalından kaçan peşmergelere de sırtını dönmediğini anımsattı.
Sahil Güvenlik, jandarma, polis ekipleri ve göçmenlerin Türkiye’de barınmasını sağlayan tüm kuruluşlarla el birliğiyle mücadelelerini sürdürdüklerini kaydeden Soylu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Türkiye özellikle terör ve göç konularında dünya ortalamasının üzerinde bir tecrübeye ve birikime sahiptir. Kültürünün temelinde göçebelik olduğu için, yaklaşık bin yıldır sürdürdüğü yerleşik hayatı süresince dünyanın önemli göç yolları üzerinde yerleşmiş olduğundan bu göçü yönetmek, buna ilişkin kurumlar ve sosyo-ekonomik refleksler geliştirmek durumunda kalmıştır. Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı’ndan itibaren sınırları dışında kalan soydaşlarının dönem dönem göçüne maruz kalmış olan Anadolu coğrafyası, insanlık dışı muamelelerden, zulümlerden kaçan, birçoğu evini barkını, parasını, geleceğe dair umutlarını kaybetmiş bu insanlara kucak açmıştır. Dolayısıyla her göç dalgası bizlerde bir tecrübe ve bu tecrübenin getirdiği davranış kalıpları oluşturmuştur.”
Sivil toplum kuruluşlarının insani yardım konusunda başarılı organizasyonları olduğunu da hatırlatan Soylu, “Sanki kendi evlatlarını kucaklayıp, her sabah kahvaltı veriyorlar. Sanki ‘Günaydın, hayırlı sabahlar’ derken kendi eşine, annesi, babasına davrandıkları gibi davranıyorlar.” diye konuştu.
Bakan Soylu, sözlerine şöyle devam etti:
“Bir göç dalgasıyla karşılaştığınızda devlet olarak temelde iki şekilde davranabilirsiniz. Ya kapınızı kapatırsınız ya da açarsınız. Anadolu medeniyeti tarihi boyunca birinci tercihi asla kullanmamıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye krizinde olan göç dalgasına karşı verdiği tepki aslında yeni bir yaklaşım tarzı değildir.
Ülkemizde kitlesel halde gelen Suriyelilere sağlanan koruma uluslararası literatüre göre geçici korumadır. Türkiye’nin göç ve mülteci politikası bu anlamda 3 ana temele dayanmaktadır. Birincisi açık kapı politikasıdır. İkincisi geri göndermeme ilkesidir. Üçüncüsü gelen kişilerin temel ve acil ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Yani kapımıza gelmiş insanları geri çevirmemek, onları zulüm ve ölüm tehlikesi geçmeden geri göndermemek ve göçü kontrollü şekilde yönetmek. Bu politikanın ana felsefesi aslında yaşanan trajedilerin etkilerini en aza indirmek şeklinde ifade edilebilir. Çünkü göçün kendisi başlı başına bir trajedidir. Bunun insan hayatı ve toplum hayatına olumsuz yansımaları da kaçınılmazdır. Biz sadece onlara barınma sağlıyor değiliz. Biz sadece onları güvenli ve emin bir yerde tutuyor değiliz.
Biz şunun farkındayız, hemen yanı başımızda bütün dünyayı etkileyebilecek bir insanlık travmasını en aza indirmek için büyük bir gayret sarf ediyoruz.”
Suriye’den gelen mültecilerle Türkiye’nin sevgi ve insanlığını paylaştığına değinen Soylu, bunun insanlığa yapılan en büyük katkı olduğunu belirterek, “Yapılması gereken bu göçü yönetmek ve dünyaya, insana yansımalarını en aza indirgemektir. Göçü yönetmek sadece insanlara kamp kurmak, günde üç öğün yemek çıkarmak değildir. Bu elbette önemlidir ve bunu başarılı bir şekilde gerçekleştiriyoruz. Hatta üzülerek görmekteyiz ki bunu bile yapamayan ülkeler var.” diye konuştu.
Türkiye’nin göçmenlerle ilgili politikalarına içeriden muhalif edenlerin de olduğunu anımsatan Soylu, “Suriye meselesini ve Suriye’deki kardeşlerimizi bir istismar meselesi haline getirdiler. Geçen gün ana muhalefet partisi başkanımız da aynı hatayı yaptı, aynı insanlık dışı yaklaşıma maalesef ev sahipliği yapmıştır.” dedi.
Soylu, Türkiye’nin Suriye’de yaşanan gelişmelerin ardından gösterdiği tutumun doğru olduğu değerlendirmesinde bulunarak, Türkiye’de devlet ve sivil toplum kuruluşları eliyle Suriyeliler için yapılan harcamaların 26 milyar dolar civarında olduğunu hatırlattı.
Göçmenler hakkında yapılan yasal düzenlemelere ilişkin de Bakan Soylu, Türkiye’nin 500 bin yabancıyı ikamet izniyle misafir ettiğini kaydetti.
Soylu, Türkiye’nin bir yandan kaçak göçmenlerle mücadelesini sürdürürken, diğer yandan resmi kanallarla göçmenlik başvurusu yolunu açık tuttuğunu belirterek, “Gelen göçmenlerin arasından bir taraftan DEAŞ, bir taraftan PKK’yı Türkiye’ye sızdırmak suretiyle Paris’te, Almanya’da, Amerika’da olduğu gibi Türkiye’de bombaları patlatmak suretiyle, göçmenlerle yerleşik vatandaşın arasındaki münafereti artırmak da bir başka kötücül politika olarak önümüzdedir. Biz bunu görüyoruz. Toplumsal olarak karşı karşıya kaldığımız bu meseleyi, bu insanlık dışı yaklaşımları tamir edebilmek için de büyük bir gayret gösteriyoruz.” ifadelerini kullandı.
Avrupa’nın göçmenlerle ilgili politikalarını eleştiren Soylu, uluslararası toplumun barışı önceleyen bir tutum sergilemesi halinde göçü tetikleyen terör ve şiddetin de oluştuğu yerde önlenebileceğine dikkati çekti.
Soylu, Dünya Ombudsmanlık Kurumu’ndan da bu meseleye katkı sunmasını beklediklerini bildirdi.