Bugün, 20. asırda başıbozuk bir çete tarafından Anadolu ahenginin altüst edilişinin yıldönümüdür.

Cumhuriyetin bıraktığı iki temel değer olan modernleşme ve millet hakimiyetine sahip çıkan Demokrat Parti iktidarı, aynı zamanda bu iki temel değeri gerçek anlamda geçmiş ve gelecekle buluşturmaya çalışmıştır.

Özgüveni yüksek, dünyayı iyi algılayan, bu toprakların kültür, tarih ve varlık zenginliğinin farkında olan demokratlar, esasen cumhuriyet tarihinin en önemli devriminin halkla birlikte yapılabileceğini de kanıtlamış oluyorlardı.

Dönemin ekonomik başarıları, temel hak ve özgürlüklere yönelik açılımlar, din ve vicdan özgürlüklerini içeren sosyal dönüşüm, elitlerin elinde bulunan merkeze çevrenin de ortak edilmesi, dış politikada doğru yönetilen süreç, kalkınma ve ülkemin insanının daha nice nice rüyalarının gerçekleşmeye başladığı Türk demokrasisinin “asrı-ı saadeti” diye nitelediğim 1950-1960 dönemi, hain bir pusu ile sona erdirilmiştir.

Bu pusu, Milli Mücadele’nin tüm kazanımlarına, 1924 anayasasına, TSK’nın kurumsal kimliğine, halk karşısındaki itibarına, yargıya, esas itibarıyla milletin namusuna, yani eğemenlik anlayışına, ilerlemecilik arzusuna kurulmuş bir pusudur.

Ülkemizin tüm dengeleri o tarihte altüst edilmiş, kısa süreçli olarak gözüken darbe ve sonuçları, onlarca yıllık tohumlarını ekmiş ve “ARA REJİMİ” sürdürülebilir kılmıştır.

Milletin ve HAKK’ın rızasının hilafına gerçekleşen eğemenlik gaspı ve taammüden cinayetler, İslâm tarihinin kara günü olarak nitelendirilen “KERBELA” olayından farksızdır.

Peki bu karabasandan kurtulmak, bu uğursuz süreci milletimizin kabusu olmaktan sıyırıp hınçlaşmayı sona erdirmek gerekmez mi? Bu milletin, bu kötülük tohumundan kurtulmaya hakkı yok mudur? Bu milletin, kendi milletleşme sürecinin en önemli dönüm noktası olan 50-60 dönemini ve onun değerlerini kucaklamaya hakkı yok mudur? Milletimiz bu sürecin bilgilerinden yoksun bırakılmamalıdır. Ne olursa olsun, tarih bu alçaklığı yapanların ve bunu bügün fütursuzca savunanların yakasını bırakmayacaktır.

Ancak, asgari yapılabilecekler vardır ve bu ülkenin barışı adına bunlar yapılmalıdır. Gelecek nesillere bırakacağımız kardeşlik adına bunlar yapılmalıdır. 27 Mayısın ektiği kötülük tohumları yerine bütün Türkiye’ye sevgi ve demokrasi tohumları ekilmelidir.

Öncelikle, bu sürece ortak olanlar, bu zulmü o tarihten itibaren sürdürenlerin veya bugün direkt ilgileri ve sorumlulukları olmasa da onların varislerinin yapmaları gerekenler vardır. Aslında bu konudaki önerilerim süreci yönetenler, tahrik edenler, eylemi gerçekleştirenler ve sürdürülebilir kılanlar adına ve “YENİ TÜRKİYE” adınadır.

1- CHP’nin o günkü süreci tahrik ettiğinden hareketle, bütün milletimize 1960 darbesinin tasvip edilemezliğini ve yapılanların hakkaniyetle, demokrasiyle, insanlıkla, ülkemizin bütünlüğüyle örtüşmediğini beyan edip katkıları oranında usulüyle özür dilemeleri.

Ayrıca dönemin ana muhalefet lideri ve eski Cumhurbaşkanı 27 Mayıs’ın en önemli aktörü ve tarih önündeki yönlendiricisi, eski Genel Başkanları İsmet İnönü’nün adına da bu büyük acıya vesile olmalarından dolayı kamuoyundan açıkça özür dilemeleri.

2- TSK’nın kendi hiyerarşik yapısını altüst eden ve daha sonra da diğer darbelere yol açan 27 Mayıs’ın acımasız girişimini engelleyememesi, hatta bunun parçası olması ve yıllarca –hala bile- savunulur kılması adına açıkça bu eylemlerden, bu felsefesinden özür dilemesi.
Demokrasimizin yeniden bir darbe ile karşı karşıya kalmaması için bu konuda tedbir olarak TSK iç hizmet kanununun 35.maddesinin kaldırılmasına yönelik TBMM’den talepte bulunması ve modern memleketlerin çoğunda ve 1960’da olduğu gibi bu kurumun Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasına yönelik talebin kendilerinden TBMM’ye yapılması.

3- Bir hukuk katliamının gerçekleştiği bu tarihler adına, hukuk ve yargı kurumlarının en üst temsilcisi olan Anayasa Mahkemesi’nin kendi kuruluşuna da vesile olan 1960 darbesi hakkında, orada alınan tüm yargı kararlarının yanlışlığı, yanlılığı ve haksızlığını deklare etmesi ve hukuk adına özür dilemesi.

4- Darbe fetvasını veren, bilimsellik ahlâkıyla bağdaşmayan önerileri ve katkılarıyla ara rejim kurallarını oluşturan İstanbul Üniversitesi hocalarının, bu günaha ortaklıklarından hareketle İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun, yapılanlar adına özür dilemesi.

5- 1963’ten itibaren 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kutlanmaya devam edilen “Hürriyet ve Anayasa(!) Bayramı” ’nın, (ancak yeni bir darbenin kaldırdığı bu eski darbenin bayramının) kutlanmasının bağışlanması adına 14 Mayıs’ın “Milli İrade ve Hürriyet” günü ilan edilmesi.

6- Yassıada’nın bir demokrasi adası haline getirilmesi, halka açılması, demokrasi ve hürriyet parkları yapılması, kapalı alanların demokrasi müzesi haline getirilmesi.

7- 1950–1960 ve darbenin hemen akabinde karanlıkta kalan Türkiye Cumhuriyeti devletinin döneme ait bütün resmi arşivinin araştırılmaya açılması ve bu konuda devletin kendi ayıbını örtmesi adına yıllardır karartılan ve yanlış öğretilen tarihin yine devletin fonlarıyla yeniden doğru bir şekilde halkımıza öğretilmesinin sağlanması.

Tüm bu önerilerimizin hedefi, bir dönemin kâbusundan, prangasından ülkemizi, insanımızı kurtarmak; her alanda rekabet gücü yüksek bir Türkiye oluşturmak; antidemokrasiye geçit vermemek; ötekileşmekten insanımızı çekip çıkarmak; modernleşmesi, ilerlemesi ve hürriyetleriyle bu güzel ülkeyi, ihtilaflarını en aza indirgeyen bir “özgürlükler yurdu” haline döndürmektir.

Kuralların doğru yazıldığı, şeffaflaşmayı birincil ödevi gören, demokrasi çizgisinden ayrılmayan modern ve güçlü Türkiye adına 27 Mayıs’ın bütün mağdurlarından ve sevgili Türkiyemden, öncelikle yapamadıklarım adına özür diliyorum. Bütün darbe ve demokrasi şehidlerimizin ruhları şad olsun. Benim ülkemin insanları onları çok sevdi…

Süleyman Soylu