Hayat, “kelebek etkisi” olarak tanımlayabileceğimiz hareketlerle doludur. Bugün kopardığınız bir ot, 50 yıl ileride insanlara gölge edecek bir ağacın olmaması demek olabilir. Fazladan çaktığınız bir çivi, bir zaman sonra bir hayat kurtarır, o hayat bir doktor olup binlerce insanı kurtarabilir. Veya haksız bir ölüm, gelecekteki binlerce hayatı karartabilir.

17 Eylül 1961’de bir başbakan, hem de halk oyuyla seçilmiş ilk başbakan idam edildi bu ülkede. Yarın, bu acı olayın sene-i devriyesi. Bir utancın, bir hatanın yıldönümü. Hala resmi olarak özür dilenmemiş, bu milletten helallik istenilmemiş bir hatanın yıldönümü.

Bu hatayı yıllarca, bu ülkeye etkileri açısından tartıştık. Bir çok gerçeği ortaya koyduk. O idam fotografının, kendisinden sonraki darbelere nasıl meşruiyet ve temel güç kaynağı olduğunu, birkaç tane paşanın bir araya gelince halkın egemenliğini ayaklar altına alabilmesini sağlayan yegane mesaj olduğunu hep söyledik, hep yazdık. Darağacında sallandırdığımızın aslında rahmetli Menderes olmadığını, milli irade olduğunu; millete o tarihten itibaren demokrasi varmış gibi yaptırıldığını, esasını herkesin bildiği bir tiyatro oyunun zorla oynatıldığını, bütün ülkeye rahmetli Celal Bayar’ın deyişiyle “Yeşilçam artisti gibi rol yaptırıldığını” her zaman ortaya koyduk.

Kendimiz söyledik, kendimiz dinledik. Ne bir özür gördük, ne bir pişmanlık, ne de milli eğemenliğin iade-i itibarını. O kirli zihniyet, belki hala merhum Menderes’in idam fotografının arkasına sığınarak, ondan güç alarak, demokrat beyinleri onunla korkutarak iktidarlarını sürdürmeye ve halkla, medeniyetle inatlaşmaya çalışıyor. Statükocu zihniyetlerini, çağdaşlığa, refaha ve demokrasiye koşmak isteyen bu halkın önünde bir duvar olarak diktiler ve bunu sürdürmek için hala uğraş veriyorlar.

Yıllar boyu bütün bu tartışmaları yaparken, belki bu kirli zihniyetin kara propagandasından, belki de ta ezelden beri içimize sokulmuş bulunan “kendini küçük ve değersiz görme” alışkanlığından olsa gerek, 17 Eylül’ü hiçbir zaman “dünya ölçeğinde” incelemedik. “Adnan Menderes’in asılması’nın Mısır’lı bakkal Ahmet’in hayatına etkisi ne olmuştur” diye düşünmedik. “Menderes’i asmasaydık Libyalı Muhammed 40 yıldır bu eziyeti çeker miydi” diye sormak aklımıza gelmedi.

Bir “Arap baharı” esip duruyor şimdi. Yıllardır, diktatörler tarafından ezilen, sömürülen halklar en sonunda isyan ettiler de başlarındaki o zulüm makinelerinden kurtulmaya başladılar.

Tek parti yönetiminin karanlığından sonra ülkenin yönetimine gelen Demokrat Parti hükümeti, merhum Adnan Menderes’in önderliğinde ülkede bir bahar havası estirmiştir. Köylü, traktörüne kavuşmuş, üretim artmış, barajlar yapılmaya, tarlalar sulanmaya başlamıştır. Halk, itilip kakılmaktan kurtulmuş, bırakın şehir merkezlerine girebilmeyi, valisinin karşısına dikilebilir olmuştur.

Fakat Menderes’in hayalleri ve vizyonu, bununla sınırlı değildi. Kurtuluş Savaşı’nın üzerinden henüz 30 yıl kadar geçmişti ve ülkemiz hala, özellikle Ortadoğu’da Osmanlı’dan kalma ciddi bir kartvizite sahipti. Değişen dünyanın dengeleri iyi kullanılabilirse Ortadoğu’ya birlik ve barış gelebilir, ülkesinde yaşanılan bahar, bir süre sonra Ortadoğu’da, İslâm coğrafyasında da yaşanabilir ve geçmişte olduğu gibi bu gelişmenin lideri Türkiye olabilirdi.

İçeride onlarca sorunla ve en önemlisi tek parti yönetiminin statükocu zihniyetine sahip aktörlerle mücadele ederken dışarıda da böyle bir projenin temellerini atmaya çalışıyordu. Bu amaçla Bağdat Paktı çalışmalarına başladı ve kurulmasını sağladı. Bir yandan da tamamen oyun dışı kaldığı Kıbrıs meselesine yeniden ortak oluyordu. Ortadoğu meseleleri, artık Türkiye için en önemli çalışma sahalarından biriydi.

Bağdat Paktı için küçük bir araştırma yapılırsa, paktın aslında arzu edilen etkinliği yaratamadığı, bazı ortadoğu ülkelerinin pakta karşı tavır almaları sonucu işlevinin fazla olmadığı ve maalesef Adnan Menderes’in idamıyla paktın dağıldığı şeklindeki kolaycı ve dar kapsamlı değerlendirmelere rastlanılacaktır. Oysa, paktın dağılmasından sonraki sürece bakıldığında görülecektir ki, o gün bu pakta muhalefet eden veya ayrılan, soğuk duran ülkelerin halkları bugüne kadar baskı, zulüm ve geri kalmışlığın pençesinde yaşamaktan öte birşey elde etmemişler; halklarını bu birlik projesinden geri bırakan o diktatörler ve onların zihniyetlerinin devamı olan insanlar da bugün kendi milletleri tarafından estirilen Arap Baharı sonucunda rahmetle değil lanetle anılır hale gelmişlerdir. Kimisi hapistedir, kimisi kaçacak delik aramaktadır.

Bağdat Paktı projesinin, batıda uyandırdığı rahatsızlığı ve korkuyu anlamak için, o projeye destek veren liderlerin hayat çizgilerine, onların üzerinde oynanan oyunlara, işlenen cinayetlere, yaratılan askeri operasyonlara bakmak yeterlidir. 17 Eylül’de, küresel düşünceye sahip bir misyon adamı olan Menderes’i idam eden zihniyet, o tarihten sonra Ortadoğu’ya sırtını dönmüş ve batıya el açıp himmet bekler hale gelmiştir. Ortadoğu ise o günden sonra karmaşadan, kandan, zulümden ari durmamış, deyim yerindeyse o müslüman halkların yüzü gülmemiştir. Başlarındaki diktatörler her ne kadar bağımsız görüntü vermişlerse de o ülkelerin halkları, özgürlüğün tadını bugüne kadar alamamışlardır. Ta ki Tunuslu seyyar satıcı bir gencin, bu hayatı protesto etmek için kendisini yakmasına kadar.

Bizim ülkemizde bir bahar esti. Ortadoğu’da da esecekti. Ve biz 17 Eylül 1961’de bir baharı astık.

Süleyman Soylu